Join the Club

Get the best of Editoria delivered to your inbox weekly

Elif Durdu Şensoy: İzleyici ne Ortaoyuncular’ı ne Ses Tiyatrosu’nu yalnız bıraktı.

röportaj: Dilara Yiğit Akademi İstanbul'daki Tiyatro eğitiminin ardından Ortaoyuncular kadrosuna dahil olarak profesyonel tiyatro kariyerine başladı. Çeşitli tiyatro oyunları seyirciyle buluştu. Halen Ortaoyuncular'da sanat yaşamını sürdüren Sevgili Elif Durdu Şensoy ile tavsiyeleri ve çalışmaları üzerine konuştuk. Kıymetli cevapları için kendisine teşekkür ederiz.İstanbul Üniversitesi'ndeki İşletme eğitiminizin ardından Akademi İstanbul Tiyatro bölümünü tamamladınız. İşletme eğitimi almanıza rağmen …

röportaj: Dilara Yiğit

Akademi İstanbul’daki Tiyatro eğitiminin ardından Ortaoyuncular kadrosuna dahil olarak profesyonel tiyatro kariyerine başladı. Çeşitli tiyatro oyunları seyirciyle buluştu. Halen Ortaoyuncular’da sanat yaşamını sürdüren Sevgili Elif Durdu Şensoy ile tavsiyeleri ve çalışmaları üzerine konuştuk. Kıymetli cevapları için kendisine teşekkür ederiz.

İstanbul Üniversitesi’ndeki İşletme eğitiminizin ardından Akademi İstanbul Tiyatro bölümünü tamamladınız. İşletme eğitimi almanıza rağmen kariyerinizi tiyatro yönünde şekillendirdiniz. Tercihiniz neden tiyatrodan yana oldu? Bize tiyatro ile olan bağınızdan bahseder misiniz?

Tiyatroya meraklı bir aileden geliyorum. Annem ve babam çok sık oyun izlerlerdi. Biz de erken yaşlarda tanıştık tiyatronun büyüsüyle. Tiyatro adabı, kardeşime ve bana ilk öğretilen şeylerdendi sanırım; tiyatroda konuşulmaz, yenilip içilmez, sakız çiğnenmez, oturulur efendi gibi izlenir! Üstelik çocuk oyunlarına değil, yetişkin oyunlarına götürürlerdi bizi. Pek anlamazdık ama sıkıldığımı da hatırlamıyorum. Şölen gibi gelirdi bize, masal âlemi gibi… Tiyatro sevdam, annem ve babam sayesinde başlamıştı. Ne var ki oyuncu olmak istediğimi söylediğimde ilk karşı çıkan yine ailem olmuştu. “Gerçek bir mesleğin olsun, sonra tiyatro yaparsın,” tavsiyesini, ailesinde profesyonel sanatçı olmayan hemen her genç duymuştur. Tiyatroyu meslekten saymıyor değillerdi ama Türkiye koşullarında yıpratıcı bir gelecek vadettiğinin bilincindeydiler. Genel anlamda tekinsiz bir alandı sanat! Bir de tabii akademik kariyere lüzumundan fazla önem veriyorlardı. O dönemler bunu anlayışla karşılamamıştım. Kıyametler koptu, sonuç itibariyle onların istediği oldu. Kavga gürültü İşletme Fakültesi’ne kaydımı yaptırdım, okula gittiğim ilk gün tiyatro kulübüne yazıldım. Akranlarım üretim yönetimi, pazarlama yönetimi, denetim falan öğrenirken, Ionesko’lar, Dario Fo’lar, Çehov’lar, Moliere’ler diyarında geziniyordum. Marlowe ve Shakespeare her gece düello yapıyorlardı zihnimde. Açıkçası tiyatro dışında hiçbir mesleğe hevesim olmadı. Hâlâ bilmem bir işletmeci ne işle uğraşır diye. Herkesin dört yılda bitirdiği okula altı yıl gittim, yine öğrenemedim. Bu arada Akademi İstanbul’u bitirdim, Nöbetçi Tiyatro’yu kazandım. Ortaoyuncular’da ilk sahneye çıktığımda İşletme Fakültesi’ndeki öğrenciliğim hâlâ devam ediyordu.

İlk romanınız “Düşkıyamet” 2013 yılında okurlarınızla buluştu. Aynı zamanda “BOM! Hayret bugün hiç bomba patlamadı” adlı oyunun yazarlığını da yaptınız. Tiyatro ile edebiyat arasında nasıl bir bağ kuruyorsunuz? 

Tiyatro edebiyatın bir parçası, aynı hedefe doğru yürüyen yol arkadaşı… Özellikle bizim gibi metne dayalı bir tiyatro yapıyorsanız edebiyatla dirsek temasında olmak zorundasınız, zira biz harekete dayalı bir tiyatro yapmıyoruz. Mim, müzik, koreografi vs. metnin gerektirdiği hallerde yararlandığımız unsurlar. Bir oyunun metni kuvvetli değilse istediğiniz kadar prodüksiyon yapın, paralar saçın işe yaramaz düşüncesindeyim. Keza Ferhan Şensoy metinlerinin çok kuvvetli olmasını da onun iyi bir romancı, iyi bir şair olmasına bağlıyorum. Oyunculuk ve yazarlık… Her ikisi de derin gözlem gerektiriyor. Sadece his dünyasını kaleme alan bir yazar ya da duyguları kılavuzluğunda oynayan oyuncu da bu gözlemden nasibini alır. İç dünyanızı keşfetmeden, salt dışarıdan aldığınız etkilerle ilerlemek işi mekanikleştiriyor. Rol kişisi kimdir, önemli bir soru. Rol kişisi benim içimde nerededir, daha önemli bir soru. Tiyatro ucu bucağı belirsiz, sınırsız bir âlem… İnsan hayatı sınırlı. Bir ömür boyunca yaşayabileceklerimiz gayet kısıtlı. Yaşayamadıklarımızı okuduklarımızdan öğrenmek, bence işin en eğlenceli tarafı. 

“Parasız Yaşamak Pahalı” adlı oyun ile Ortaoyuncular kadrosuna dahil oldunuz. Böylece profesyonel tiyatroya da adım attınız. Ortaoyuncular’da yer almak kariyeriniz de nasıl bir etki yarattı? 

Ortaoyuncular’da yer almak kariyerden öte, bir dünya yarattı bana. Kendimi bildim bileli edebiyata, tiyatroya meraklıydım. Bütün gün kitap okuyan, çizgili defterine bir şeyler karalayan o tuhaf çocuklardandım. Muhtemelen yine romanlar yazıp, sahneye çıkacaktım ve fakat Erol Günaydın’la, Ferhan Şensoy’la, Rasim Öztekin’le, Levent Ünsal’la aynı sahneyi paylaşmak nasip olmayacaktı. Tuncel Kurtiz hocam olmayacaktı. Pınar Alsan’la asla tanışamayacaktım. Ses Tiyatrosu’nun izleyici koltuklarında oturacaktım; bu görkemli salonun, sahneden nasıl daha da görkemli göründüğünü asla bilemeyecektim. Ortaoyuncular organik bir aile. Ferhan’ın ve tüm kayıplarımızın acısını kol kola, yürek yüreğe dayanışarak atlatmaya çalışıyoruz. Bu ailenin mensubu olmama ihtimali… Düşündükçe mutsuz ediyor beni.

Özellikle klasik eserler tiyatro oyunları için önemli bir zenginlik. Ancak klasikler kadar diğer türlerdeki eserlerde sahnede yer alıyor. Bu durum tiyatrodaki özgünlüğü ve üretkenliği nasıl etkiliyor?

Klasik eserler her daim oynanmaya devam edecek. Baktığınızda bugün sahneye koyulan metinlerin bir kısmı da yüz yıl sonra klasik olacak. Burada zenginliği yahut özgünlüğü yaratanın, metinden ziyade reji olduğunu düşünüyorum. Shakespeare binlerce defa sahnelenmiştir, ki her biri farklı! Adaptasyonların katkısını da atlamamak gerek tabii. Çehov’un Vişne Bahçesi’nin, Ferhan Şensoy eliyle Fişne Pahçesu olarak tekrar kaleme alınması bunun güzel ve muzip bir örneği. Çehov görse mutlu olurdu. Türkiye’de -diğer pek çok alanda olduğu gibi- sanatın da baskı altına alınmaya çalışıldığı sır değil. Tüm zorluklara rağmen tiyatronun güzel bir çağ yaşadığını düşünüyorum. Genç yazarlar, oyuncular, yönetmenler harika işler çıkarıyorlar. Bu durum beni hem şaşırtıyor hem heyecanlandırıyor. Z kuşağı, internet gençliği… Nasıl tabir ediyorsanız… Öyle katmanlı, öyle şahane metinler yazıyorlar ki! Hayranlıkla izliyorum, okuyorum. Evet, özellikle metin yazarları beni çok umutlandırıyor.

Tiyatronun yanı sıra bazı televizyon dizilerinde de rol aldınız. Bir tiyatro oyuncusu ile dizi oyuncusunun sanata olan bakışında farklılıklar oluyor mu? Tiyatrocuların daha duygusal bağa sahip olduğu yönünde bir düşünce hakim, siz ne düşünüyorsunuz?

Dizi sektörü, içinde bulunmaktan hoşlandığım bir sektör değil; yaptığım pek az iş vardır. Tiyatroyla diziyi aynı anda yürütebilmek benim mahrum olduğum bir ustalık; zaman yönetiminde kayda değer bir başarım yok. Yine de özünde oyuncu oyuncudur. Sahnede ya da kamera önünde… Oyunculuk geleneğinden geliyorsanız -bunun okulunu okuduysanız ya da bir ustanın yanında çıraklık yaptıysanız- sahneyle sıkı bir bağınız var demektir. Bunu dizilerde boy gösteren herkes için söylemek mümkün değil elbette ama sahne deyince oyuncunun gözü ışıldar zaten. Belki pek az istisnası vardır. Onlara da kendi aramızda -ayıptır söylemesi- oyuncu demiyoruz.

Türk tiyatrosu için önemli bir gelenek olan “kavuk” 1989’da Münir Özkul tarafından Ferhan Şensoy’a devredildi. Böylesine büyük bir sanatçıyı yakından tanıyan biri olarak bize, onu nasıl anlatırsınız?

Ne söylesem eksik kalacak. Cesaretinden, direncinden mi bahsetsem, tiyatroya, yazmaya olan tutkusundan mı… Aslında bunlar herkesin bildiği şeyler. Kitaplarını okuyanlar kırılganlığından da haberdardırlar. Şömineye odun atmadan önce üzerinde karınca var mı diye kırk kere kontrol eden, sazın gövdesine yuva kuran arıları rahatsız etmemek için tüm yaz saza dokunmayan özel bir ruhtan bahsediyoruz. Herkese nasip olmayan bir duyarlılığı, hayata karşı ters köşe bir bakış açısı vardı. Ben onu gerçek üstü güçlere sahip, mitolojik bir kahraman olarak gördüm hep. Nereye koyacağınızı bilemediğiniz coşkusu, inadı sayesinde bugün Ortaoyuncular ve Ses Tiyatrosu hâlâ ayakta. Muhalif sanatçı kavramını tuhaf buluyorum. Sanatçı zaten muhaliftir; haksızlığa, hukuksuzluğa karşı hep isyandadır. Direnenlerle, eğilip bükülenleri aynı kefeye koyamayız. Ferhan direnişin ta kendisiydi. Sisteme ve sistemin getirdiği zırvalığa, vasatlığa, cehalete karşı şık bir direnişti onunki. Asla yok olmayacağını bilerek terk-i diyar etti. Ölümden korkmamak benim algı sınırlarımı aşıyor. Belki de hayatını tam ve bütün yaşayabilen insanlara has bir korkusuzluktur bu.

Önümüzdeki Ekim ayında tiyatro için yeni sezon açılıyor. Tiyatro veya farklı alanlarda yürüttüğünüz çalışmalar var mı? Sanatseverleri neler bekliyor?

6 Ekim’de Şahları Da Vururlar’la açıyoruz perdeyi. Ortaoyuncular adına iyi bir sınav verdiğimiz inancındayım. Şahları Da Vururlar’ı Ferhan olmadan, Levent ve Pınar olmadan oynamak büyük cesaretti. Bu noktada itici güç, Ferhan’ın vasiyetini hayata geçirmekti sanırım. Ona verdiğimiz daha pek çok söz var, yolumuz uzun. Ferhan’ın vefatının ardından uzun süre kâğıt kalemle irtibatı kestim. Her şeyin anlamsız geldiği bir dönemdi, zorunlu haller dışında evden bile çıkmak istemedim. Kolay olmasını beklemiyordum elbette, ne var ki düşündüğümden de zor oldu. Hayata uyumlanma çabasıyla geçti zaman. Uyumlandım mı bilemiyorum ama en azından çalışmaya başladım. Uzun zaman önce rafa kaldırdığım bir dosyaydı Kamila! Bir heyecan tekrar ele aldım ve bitirdim. Yüz on beş yaşında bir kadının gözüyle bakıyorum Balkanlar’a, Türkiye’ye. Seksen darbesiyle bitiyor hem Kamila’nın ömrü hem de roman. Son düzeltmeleri yapıyorum. Bir de Ferhanlı günleri, anıları yazdığım bir kitap var, onda da epey yol aldım. Atom karınca değilim ama ağustos böceği de sayılmam. Temkinli gidiyorum. İncinmeden, incitmeden ilerliyorum.

Şu anda Ortaoyuncular Yayınları’nın genel yayın yönetmenliğini yürütmektesiniz. Bir yandan oyunculuk da yapmaktasınız. Edindiğiniz deneyimler doğrultusunda toplumun tiyatroya olan ilgisi ve tutumu hakkında ne düşünüyorsunuz?

Ferhan’ın vefatından sonra Ortaoyuncular yeni bir yapılanmaya girdi. Şu an Ortaoyuncular Yayınları’nın fiilen genel yayın yönetmeni değilim. Oyuncu olarak görevimi sürdürüyorum. Bunun yanında Ferhan’ın dosyalarını kitap eyleme sorumluluğumun da bilincindeyim. Duygusal açıdan hâlâ yıpratıcı bir süreç, biraz zamana ihtiyaç duyuyorum. Şunu samimiyetle söylemem gerekiyor; Ferhan’ın izleyicisinin, okurunun ilgisi bir gün dahi azalmadı. Sosyal medyayı neredeyse kullanmayan biriyim; buna rağmen yeni oyun, yeni kitap ne zaman gelecek sorularıyla doluyor mesaj kutum. Bütün bunlar beni çok umutlandırıyor. Toplumun tiyatroya ilgisini değerlendirmek benim işim değil; hacmimi/haddimi aşan tespitlerde bulunamam. Belki de insanoğlunun en büyük çaresizliği, yetkin olmadığı konularda konuşma zorunluluğu hissetmesi. Tanıklık ettiğim noktada, izleyici ne Ortaoyuncular’ı ne Ses Tiyatrosu’nu yalnız bıraktı. Biliyorum, onlar da bizimle aynı sorumluluğu hissediyorlar. Çarşambalı şövalyemiz yok artık; o zaman hepimiz şövalyeyiz!

Bize vakit ayırıp sorularımızı cevapladığınız için çok teşekkür ederiz. Kültür Sanat Duvarı okurlarına ve gençlere söylemek istediğiniz bir şeyler var mı?

Ferhan’ın bir lafı vardır: “Gençlere tavsiyem, ihtiyarların tavsiyelerini dinlemesinler!” Bunu söylemek için ihtiyarlamaya gerek yok. Kendi deneyimlerimizi yaşamak üzere geliyoruz hayata. Yakın zamanda kaybettik tiyatromuzun çok değerli, biricik oyuncusu Pınar Alsan Ünsal’ı. Sırdaşım, yoldaşım, oyun arkadaşımdı benim. Dünyanın en şahane kadınıydı. Muzipti, manyaktı, harikaydı. Varlığı, henüz üretilmemiş bir sürü sıfatı ihtiva ediyordu. Çok özel bir varoluştu. Sadece kazandıklarımızla değil, kaybettiklerimizle de şekilleniyor hayatımız. Ferhan’ı, Rasim Abi’yi, Levent’i, canım Pınar’ı birbiri ardına kaybettik. Hayat bize pek sevecen davranmadı. Belki de hayatın salvolarını beklemeye gerek yok. Ferhan gibi, Rasim gibi, Levent ve Pınar gibi “sıfatlar ötesi” yaşamak lazım. Bu zor coğrafyada, uzun sürecek kavgamız. Cesaretimiz daim olsun. İhtiyatı elden bırakmayalım ama gündelik sıkıntıların esiri de olmayalım. Hayat bugün başlamadı, yarın bitmeyecek. Uzun uzun, sınırsız düşler kuralım. 

Bültenimize Katılın

Bu yazıyı beğendiniz mi? Aylık bültenimize bayılacaksınız.

Sanat Duvarı

Sanat Duvarı

Yorumlar

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir