röportaj: Dilara Yiğit 2012’de New York Film Akademisi’nde yönetmenlik üzerine eğitim aldı. ‘’Ekmek’’ adlı filmi ile 13 ödül elde etti. Ulusal ve uluslararası pek çok yarışmada jüri üyesi olarak bulunan Sevgili Koray Sevindi ile deneyimleri ve tavsiyeleri üzerine konuştuk. Kıymetli cevapları için kendisine teşekkür ederiz. Lisans eğitiminizi İstanbul Teknik Üniversitesi’nde Makine Mühendisliği üzerine aldınız. Ardından kariyerinizi …
röportaj: Dilara Yiğit
2012’de New York Film Akademisi’nde yönetmenlik üzerine eğitim aldı. ‘’Ekmek’’ adlı filmi ile 13 ödül elde etti. Ulusal ve uluslararası pek çok yarışmada jüri üyesi olarak bulunan Sevgili Koray Sevindi ile deneyimleri ve tavsiyeleri üzerine konuştuk. Kıymetli cevapları için kendisine teşekkür ederiz.
Lisans eğitiminizi İstanbul Teknik Üniversitesi’nde Makine Mühendisliği üzerine aldınız. Ardından kariyerinizi sinema yönünde geliştirdiniz ve bu alanda ilerleriniz. Sinemaya olan ilginiz hep var mıydı? Bu alana yönelmenizdeki en büyük etken neydi?
Filmlere karşı 90’lı yıllardan itibaren büyük bir tutkum vardı. Parliament Sinema Kulübü’yle büyüdük. Sonra yatılı lise zamanlarımda her hafta konferans salonunda sinema gecemiz vardı ve pek çok önemli filmi orada izledim. Üniversiteye gittiğimizde İTÜ’de internet çok hızlı olduğu için film indirip izlemeye başlamıştık. Korsan VCD ve DVD dükkânları da o dönem çok yaygındı ve haftada üç dört film alıp izlerdik. İyi bir izleyiciydim yani ama film yapmak aklımda hiç yoktu. Öyle bir çevrem de yoktu. Bu çevreye şans eseri girdiğim Hayal Perdesi Sinema Topluluğu vasıtasıyla sahip oldum. Üç yıl boyunca her hafta buluşup film izleyip üzerine konuştuğumuz bir gruptu burası. Yaz aylarında birlikte filmler çektik. Benim için bir okuldu. İlk kez sinema, psikoloji, tarih okuyan insanlarla beraber olduğum bir yerdi. Sinema ve sosyal bilimler üzerine teorik ve pratik açıdan çok şey kattı bana. Sonrasında zaten tamamen sinemaya yöneldim. Sanata yatkınlığım özellikle çizim konusunda olsa da içinde olduğum ortamlar hep sayısal dünyaydı. Mühendisliği seçme nedenim fen lisesinde okumamdan kaynaklıydı. Bizim zamanımızda sayısal haricinde bir alan seçemiyordunuz ve sayısalda da genel olarak ya doktor ya mühendis olmanız gerekiyordu. Ben de mizacıma daha uygun olacağını düşündüğüm için mühendis olmaya karar verdim. İyi olduğum da bir alandı aslında ama bir şeyler üretme tutkusu daha ağır bastı. Tabi gençliğin getirdiği bir cesaret de vardı. Şu an aynı kararı verebilir miyim emin değilim.

Kısa filmler üzerine konuştuğunuz bir yazıda, kısa film yarışmalarının sektörün profesyonel isimleriyle bir araya gelmeyi sağlayan önemli bir unsur olduğunu belirtmişsiniz. Kısa filmlerin, yaratıcılık bakımından sinemaya olan etkisi nedir? Sinemanın devamlılığını ve kalitesini kısa filmler nasıl etkilemekte?
Kısa filmler Türkiye’de bir köprü görevi görüyor. Yani bu işi yapabileceğinizi insanlara gösterebildiğiniz, böylece uzun metraj film çekme şansına ulaştığınız bir alan. Bu durum günümüzde hala geçerliliğini koruyan bir şey. Kendi tecrübelerim doğrultusunda başarılı bir kısa film yapan kişinin, iyi bir uzun metraj çıkarabileceğini düşünüyorum. Yeter ki projeye yeteri kadar kafa yorsun. Önceki konuşmamın tarihini tam bilmiyorum ama sinema üzerindeki dinamikler çok çabuk değişiyor. Özellikle Netflix, Youtube gibi platformalar nedeniyle insanların izleme alışkanlıkları değişmeye başladı. Bu doğrultuda kısa filmlerin, köprü vazifesinin dışında yer alabileceği, gösterilebileceği ortamlar var artık. Hele ki günümüz şartlarında uzun metraj film çekme maliyetlerinin çok arttığını göz önüne alırsak özellikle Türkiye’de kısa filmin daha da önemli olacağını ve maddi kaynak yaratma konusunda da bir geleceği olabileceğini düşünüyorum. Bu nedenle uzun metraj konusunda çok negatif düşüncelerim olsa da kısa filmin geleceği konusunda daha olumluyum.
‘’Neden Sinema?’’ adlı belgeselinizle sektördeki klişeleri eleştirel bir yaklaşım ve esprili bir dil ile izleyiciye sundunuz. Genç sinemacılar için de önemli bir rehber olan bu yapıtı oluşturma fikrini sizde uyandıran şey neydi?
On yıldan uzun bir süredir sinema üzerine eğitim veriyorum. Bu eğitim sürecinde sinemayla ilgilenen öğrencilerin dünyasına yönelik çok fazla şey gördüm. Yüzlerce mülakat yaptım, çok fazla diyaloğa şahit oldum. Ve yaşadığm şeylerin bir döngü gibi sürekli karşıma çıktığını tecrübe ettim. Buradan doğdu aslında. Döngünün kayda alınması ve sinema yapmak isteyen kişilere ulaştırılması. Böylece biraz farkındalık uyandırabilirim ve insanların kendilerini sorgulamalarını sağlayabilirim diye düşündüm. Seyirlik olması açısından kendi yazdığımız bir akışın içinde sahte belgesel unsurları kullandık. Komedi unsurları olan, sinema yapmaya çalışan insanların karşılaştığı zihin dünyasını ortaya koymaya çalışan eğlenceli bir film yaptık. Belki tek kusuru bu klişelerden, saplantılardan, sahte hayallerden bahsetmesi ama bir öneri sunmaması olabilir. Bu konuda kendim de bu döngünün içinde olduğum için bir cevap sunmak istemedim. Hepimiz ‘’Neden sinema?’’ sorusunun içinde debeleniyoruz çünkü.

Meslek hayatınız boyunca ulusal ve uluslararası pek çok yarışmada jüri üyesi olarak yer aldınız. Yarışma süreci boyunca değerlendirdiğiniz filmleri hangi kıstaslar doğrultusunda inceliyorsunuz? Sizin için bir filmdeki en önemli unsur nedir?
Tabi kriterlerimiz oluyor yarışmalarda. Senaryo, oyunculuk, sinematografi vs. ama filme sirayet edebilmiş bir anlatı, duygu gördüğümde o filmi daha çok sahipleniyorum. O an bir duygu geçişi veya his uyandırabiliyorsa bazen filmi durdurup düşündüğüm anlar oluyor. Sinemada izliyorsam sonrasında tekrar o yeri bulup izliyorum. Bu sadece bir sahnede de olabilir. Beni çok heyecanlandıran bir şey. Sinemayı bütünüyle seven, tür ayrımı yapmayan, her film başladığında heyecanlanan biriyim. Bu ön bilinçle başlarım ve iyi bir filmse benim seyrimi daha da besler ve beni yükseltir. İzleyicinin duygu dünyasıyla oynayabiliyorsa başarılıdır. Tutku, amaç veya bir tat yoksa gittikçe düşerim. Bu belgeselde, animasyonda ve kurmacada da böyle. Yönetmenin o filmi yapma nedeni, zihin dünyası, yaşadıkları, tutkusu filme ve anlatısına yansır.
Teknolojinin günümüzde ulaştığı son nokta ile beraber dijital dizi-film izleme platformları hayatımızda önemli bir yer edindi. Dijital mecralar sinemanın gelişimini ve filmlerin prestijini nasıl etkiliyor?
Çok uzun bir konu bu. Saatlerce konuşulabilir. Ama temelde olumlu ve olumsuz etkileri oluyor. Şu anki Netflix, Disney gibi platformlar tüketim üzerine kurulu. Tabi sinema pahalı bir iş ve harcanan paranın geri döndürülmesi gerekir ama durumu sadece bu şekilde kısıtlarsanız sinemanın sanatsal boyutunu öldürürsünüz. Nitekim şu anda böyle bir tehlike var. Buna karşı bazı önlemlerin alınması, Türkiye’de işleyen bazı çarkların korunması gerekiyor. Sinemanın mekânsal olarak da devamlılığının sağlanması gerekiyor. Türkiye’de bilet satışlarından elde edilen gelirlerin bakanlığa aktarılması ve bağımsız sinemayı desteklemesi önemli bir denge unsuruydu. Buna dijital platformlar için çekilen ve bu platformlarda ilk gösterimini yapan filmlerin de dâhil edilmesi gerekir, dünyadaki örneklerinde olduğu gibi. Aynı zamanda devam ettirmek ve bağımsız sinemayı korumak gerekiyor. Tabi daha büyük ölçekte insanların kültürel ve entelektüel seviyesinin artması, daha da büyük ölçekte refah toplumu seviyesine gelinmesi gerekiyor ki bu durumlar sanat için çok önemli denklemler. Uzun vadede eğitim ve kültürün önemi çok fazla. Umarım bunun farkındalığı ülkemizde daha da artar.

2012’de New York Film Academy’de yönetmenlik üzerine eğitim aldınız. Aynı zamanda pek çok ülkede konuşmacı olarak bulundunuz. Böylece farklı kültür ve toplumsal yapıları deneyimlediniz. Edindiğiniz bu tecrübeler kariyerinize ve çalışmalarınıza nasıl etki etti?
Yurt dışı tecrübesi referans noktaları bulabildiğiniz için kıymetli. Kıyaslar yapabiliyorsunuz, kendi yaptığınız işin ve çabanın ölçeğini daha iyi kavrayabiliyorsunuz. Ayrıca farklı kültürlerden gelen insanlarla bir arada olmak çok besleyici bir tecrübe. New York’ta sinemanın ticari yönü hakkında önemli bir bilinç kazandım çünkü eğitim sistemleri tamamen bunun üzerineydi. Bu durum sinemayla ilgilenen kişiler için önemli bir durum çünkü her insan hayatını kazanmak, yaptığı şeyi bir işe dönüştürmek zorunda. Sadece sinema yaparak hayatını kazanmak Türkiye’de neredeyse imkânsız. Bu nedenle New York tecrübesi ayaklarımı biraz daha yere sağlam basmamı sağladı.
Geçtiğimiz yıl ‘’Animasyon Sineması: Tarih-Kuram-Uygulama’’ adlı eseriniz okuyucuyla buluştu. Ayrıca animasyon projeniz ‘’Kafa’’ ile 6 ödül kazandınız. Çalışmalarınız doğrultusunda animasyon sinemasının geleceğini nasıl ele alıyorsunuz?
Animasyon konusu yakın gelecekte daha çok ön plana çıkacak çünkü teknolojik gelişmeler üretimi kolaylaştırıyor. Böylece anlatı olanakları daha da genişleyecek. Hareket yakalama teknolojisi gittikçe gelişiyor ve gerçekçi görüntü elde edildikçe daha fazla talep görecek. Animasyon, kendi adıma alaylı olarak öğrendiğim ve içinde olduğum bir alan. Bu nedenle projeler geliştirmeyi, yaptığım her projeye adapte etmeyi seviyorum. Tabi kendim yaptığım için de böyle bir olanağım var. Yoksa günümüz ekonomik şartlarında maliyetler çok arttı. Kitap konusuna gelirsek animasyon sinemasını bütün yönleriyle kısa kısa ele aldığım, kolay okunabilecek bir kitap ortaya çıktı. Üniversitede de verdiğim derslerden hareket ederek giriş kitabının eksikliğini görüyordum. Bu doğrultuda hazırladığım bir eser.

Sinema, kısa film, belgesel ve reklam gibi çeşitli işlerin kamera arkasında yer aldınız. Her sinemacının kendine özgü bir anlatım şekli mevcut. Hikâyelerinizi izleyiciye sunarken hangi türle kendinizi daha iyi ifade ettiğinizi düşünüyorsunuz?
Bir projeye başlarken ona en uygun alan neyse o doğrultuda ilerlemeyi seviyorum. Animasyon, belgesel ya da kurmaca bir film olabilir. Önemli olan sizin ne anlatmak istediğiniz. Bu nedenle her projeye bir fikirle başlarım ve daha sonra o fikir etrafında projeyi geliştiririm. Tabi ne amaçla yapıldığı ve finalde nerede yayınlanacağı da çok önemli. Bazen proje talebi geliyor ve bütçe, zaman endeksine göre ne yapacağımıza karar veriyoruz. Animasyon daha maliyetli ve uzun sürede çıkan bir iş olduğu için ona uygun bir projeye dâhil ediyoruz.
Sekiz yıl boyunca Hayal Perdesi Sinema Dergisi’nde yazarlık yaptınız. Şu anda da Medeniyet Sanat Dergisi’nde faaliyetlerinizi sürdürmektesiniz. Sinema üzerine yazılan eleştiri ve düşünce yazılarını izleyicinin gelişimi bağlamında nasıl değerlendiriyorsunuz?
Sinema üzerine bir şeyler yazmak ya da okumak daha fazlasını talep eden kişilere yönelik bir şey. Farklı bir tutkuya ihtiyaç var. Tabi film eleştirisinin değişik türleri var. Filmle ilgili daha fazla şey bilmek, yönetmenini tanımak, çıkış noktasını, uyarlandığı eseri vs. bilmek seyir deneyimine katkı sağlayabilir ama film kendi başına bir eser. Onun ötesine geçmek tercihe bağlı. Akademisyen olduğum için film izleme deneyiminin üzerine çıkmaya gönüllü olmuş bir insanım ve benim dünyamda sinemayı çok yönlü düşünmek fazlasıyla önemli. Bu nedenle sinema üzerine yazmak, okumak, yeni şeyler öğrenmek, tarihsel bağlamıyla değerlendirmek, farklı alanlarla bağlantısını ortaya koymak, yönetmen sineması bağlamında filmleri izlemek ve filmleri detaylı çözümlemek çok kıymetli.

Bir yandan sinema için çalışmalarınızı sürdürürken diğer yandan akademik faaliyetlerinize devam etmektesiniz. Böylece uygulamalı ve teorik bilgilerinizi de genç yeteneklere aktarmaktasınız. Akademiyle olan ilişkiniz projelerinize yansıyor mu? Bu bağlamda yeni nesle verebileceğiniz tavsiyeler var mı?
Bir akademisyen olarak gençlere entelektüel seviyelerini arttırmalarını, görme biçimlerini geliştirmelerini, eleştirel ve analitik düşünme becerileri edinmelerini önerebilirim. Üretici olmak için çok yönlü olmak gerekiyor çünkü. Bilgiye ulaşmak artık kolay olsa da o bilgiyi nasıl kullanacaklarını iyi öğrenmeleri, bilgi içinden analiz yapabilmeleri gerekiyor. Sinemayla kuracakları bağı salt bir ödülle ya da birkaç festivalle ölçmesinler. Farklı bir tutku geliştirmek devamlılık için çok önemli. Yoksa birkaç denemenin ardından farklı bir yola doğru savrulurlar.