Röportaj: Dilara Yiğit Arif V 216, Kiraz Mevsimi, Aşk Mantık İntikam ve Yeni Gelin gibi çeşitli dizi ve filmlerde rol aldı. Sinemadan tiyatroya, dublaj sanatçılığından eğitmenliğe kadar zengin bir sanatsal birikime sahip olan Sevgili Zeynep Kankonde ile deneyimleri ve tavsiyeleri üzerine konuştuk. Kıymetli cevapları için kendisine teşekkür ederiz. 2001 yılında Eskişehir Devlet Konservatuarı’ndan mezun oldunuz. …
Röportaj: Dilara Yiğit
Arif V 216, Kiraz Mevsimi, Aşk Mantık İntikam ve Yeni Gelin gibi çeşitli dizi ve filmlerde rol aldı. Sinemadan tiyatroya, dublaj sanatçılığından eğitmenliğe kadar zengin bir sanatsal birikime sahip olan Sevgili Zeynep Kankonde ile deneyimleri ve tavsiyeleri üzerine konuştuk. Kıymetli cevapları için kendisine teşekkür ederiz.
2001 yılında Eskişehir Devlet Konservatuarı’ndan mezun oldunuz. O tarihten bu yana mesleğinizi başarılı bir şekilde sürdürmektesiniz. Mesleğiniz sizin açınızdan nasıl bir anlam taşıyor?
Oyunculuğu bir meslek olarak yapıyorum. Onu daha ulvi veya kutsal bir yere koymuyorum ama her işin elbette bir kutsallığı vardır. Sonuçta eve ekmek götürüyorsunuz. Onun dışında benim için çok ulaşılmaz bir noktada değil oyunculuk. Kendimi hiçbir zaman oyunculuk yapmak zorundaymışım gibi hissetmedim. Elimden gelen, hakkıyla yapabileceğim başka bir işi de yapabilirim. Bu mesleği yaparken takdir gördüm, beğeni aldım. Genel olarak şimdiye kadar iyi eleştiriler duydum. Eğer yapamayacağıma inandığım bir zaman olursa yine aynı nezaketle oyunculuğu bırakabilirim. Bu benim için yıkım değil başka bir hayatın başlangıcı olur.

Meslek hayatınız boyunca sinema, dizi ve tiyatro oyunculuklarınızın yanı sıra seslendirmenlik de yaptınız. Sektörün farklı alanlarında çalışmalar yapmak yaratıcılığınızı veya üretkenliğinizi ne yönde etkiledi? Kendinizi hangi alana daha yakın hissediyorsunuz?
Sektörün pek çok alanını deneyimledim, tanıklık ettim. Herhangi bir dizi ya da sinema filmi çekilirken tüm aşamalarına hâkim olmaya çalıştım. Sadece çekim sırasında veya sahadayken değil, stüdyoya girdikten sonra da görüntüde, seste ve diğer alanlarda neler yapıldığı ile ilgili kısımları da öğrenmeye çalıştım. Buraların yaratıcılığımla veya üretkenliğimle ilgili bana bir katkıda bulunduğu konusunda net bir şey söyleyemem ama bildiğiniz işi yaparken daha rahatsınızdır. Yaptığınız işin her noktasına hâkim olmak -tabii ki tamamen sağlanan bir hakimiyetten bahsetmiyorum- her departmanın kendi içerisinde bir uzmanı var, ben sadece bu süreçleri asiste ettim. Fakat oraları bilmek, neler yapıldığı konusunda bilgi sahibi olmak size bir özgüven sağlıyor. Özgüvenin verdiği bir rahatlık da olabilir. Yaratıcılığıma veya üretkenliğime olan katkısıysa özgüven sayesinde daha geniş bir alanda çalıştığım için faydasını görüyorum diyebilirim. Dediğim gibi, her ayrıntısını bildiğim bir işi yaptığım için çalışırken özgüvenim genellikle olmuştur.

Arif V 216, Kuzey Yıldızı İlk Aşk ve Görümce gibi çeşitli yapımlarda yer aldınız. Farklı türdeki çalışmalarda yer almak size nasıl bir deneyim kazandırdı? Bu çalışmalar kariyerinizin şekillenmesinde nasıl bir etkiye sahip?
Çok farklı projelerde çalıştım ama rollerim hemen hemen birbirine benzerdi. Farklı çalışmalarda yer aldığınızda farklı yönetmen, oyuncu ve senaristlerle birlikte olmayan bir dünya yaratmaya çalışıyorsunuz. Renkleriyle, kostümüyle, makyajlarıyla ve pek çok nesnesiyle, o evreni ortaya koyarken belli bir üslup kullanıyorsunuz. Aslında hepimiz yaratılmak istenen, hayal edilen bir evrene hizmet ediyoruz. Görselde herkes o resme hizmet eden insanlar oluyor. Yeni insanlarla çalıştığınızda farklı yiğitlerin yoğurt yiyişlerini görüyorsunuz. Aynı zamanda köşeli olmaktan kurtuluyorsunuz. Geçişleriniz daha rahat oluyor. Yani ‘’hayır efendim bu sadece böyle yapılır’’ değil de ‘’bu böyle de yapılabilirmiş’’ diyebiliyorsunuz. Bu anlamda geçişlerim yumuşadı diye düşünüyorum. Kalıplaşmış, olmazsa olmaz gibi bir düşüncem yoktur. Bahsettiğim fikir ‘’bu da denenebilirmiş’’ şeklindeki bakışı da getirdi bana. Onun başka bir heyecanı var. Eğer hiç alışmadığım bir yöntem ve üslup varsa onu öğrenecek olmanın ve onu başarıp başaramayacağımın heyecanı var oluyor. Bu da duyguları biraz daha diri tutuyor.

Dario Fo’nun 1974’te yazdığı ‘’Ödenmeyecek Ödemiyoruz’’ adlı tiyatro oyunuyla sahnede yer aldınız. Günümüzde de güncelliğini koruyan bu yapıt bağlamında toplumun sanat ve tiyatro ile gelişimini nasıl değerlendiriyorsunuz?
‘’Ödenmeyecek, Ödemiyoruz’’ ortalama 50 yıl önce işçi sınıfının hak talebi üzerine İtalya’da yazılmış bir oyundur. İşçi sınıfının ezilmesi, sendikanın arkalarında durmaması, patronların bazı işçi sorunlarını görmezden gelmesi, onların yaşamlarını kıymetsizleştirmesi… Bu anlamda bakıldığında Dario Fo, protest bir yazardır. Belli bir gözlem üzerine bu oyunu yazdığında ortalık ayağa kalkmış. Çoğu yerde sahnelenmesi yasaklanmış hatta İtalya’da o gün ortaya çıkan ayaklanmanın neredeyse müsebbibi olarak tanımlanmıştır.

Sanatın bir öngörüsü, sanatçının altıncı hissi vardır. Fakat ondan çok öncesine gittiğimizde, örneğin Antik Yunan’da yazılan bir oyunu oynadığımızda da aynı dertleri görüyoruz. Aslında sanatın içgüdüleri anlık olaylara karşı demiyorum ama öngörülü, durumlara açık şekilde yaklaşan iyi bir yazar şunun farkına varıyor; dertler ya da sorunlar değişmiyor. Romeo ve Juliet’te farklı sınıflara ait iki aşık ele alınıyor, biz bunu bugün de görebiliyoruz. İşçi sınıfının ayaklanması, hak talebi gibi problemlere hala daha şahit oluyoruz. Demek ki sanat aslında bir şeyleri değiştirmek, geliştirmek yerine, insanlara ne durumda olduklarını anlatmaya çalışıyor. Bunu yapmak sanata ait bir görev midir? Onu bilmiyorum. Bu çok büyük bir soru işareti. Peki bir şeyleri göstermek sanatın görevi midir? Evet, görevidir. Baktığımızda bu aslında cesaret ister çünkü düzene, sisteme karşı bir tutumunuz oluyor. Sistemde bir hata var ve herkese hakkını eşit bir şekilde dağıtmıyor. Ezilen sınıfı ezmeye devam ediyor. Platformun en altındakilere hep çalış, paranı kazan ve bu senin için kutsal olandır deyip konuyu kapatıyor. Daha sonra bakıyoruz ki bu sistemin üstündeki başka bir platformda hiç böyle bir şeyin olmadığını görüyoruz. Aksine orada yenilen bir kaymak olduğunun farkına varıyoruz.

Sanat bir şeyleri değiştirmekle görevli midir? Bunu bilemem ama göstermek zorunda olduğu aşikardır. Ne kadar gösterebileceği ise onun diline tanınan özgürlükle ilgilidir. Özgür ülkelerin sanatlarına baktığımızda mevcut düzeni çok rahat eleştirebilen, iktidara hatalarını ve yanlışlarını gösterebilen dolayısıyla bunları düzeltmesi gerektiğini anlatan bir yapıya sahiptir. Sanat bu noktada neyin, nasıl olması gerektiğini bildirebilir.

Ekol Drama ve Müjdat Gezen Sanat Merkezi’nde eğitmenlik yaptınız. Sahnenin getirdiği heyecanı bir eğitmen olarak öğrencilerinize aktarırken nelere dikkat ediyorsunuz? Mesleki bilgilerinizi aktarırken neye önem verirsiniz?
Resim, heykel, edebiyat gibi çeşitli sanat eğitmenliklerinin şablon bilgiler kullanılarak verilebilecek dersleri yoktur. Aslında sanatta bir eğitimden çok ‘’pişme’’ süreci vardır. Bu süreçte öğrenecek ya da kendini geliştirmek isteyen kişinin deneyim kazanması gerekir. Bu işin girift noktaları ve çıkmaz sokaklarını tanımalıdır. Yani kişinin kilitli kalan tüm odaları açması gerekir. Bunun için de zamana ihtiyaç var. Sanatçı öncelikli olarak kendini tanıyacak ve yapabileceklerini görecek. Eskiden ‘’eli olmayan piyanist olur mu?’’ diye düşünürdük, piyanoyu parmaklarıyla çalmak zorunda mı? Yani dirseğiyle, burnuyla veya başka bir uzvuyla çalamaz mı? Bu aslında nevi şahsına münhasır bir durumdur. Örneğin felsefenin, edebiyatın ya da biyolojinin farklı disiplinler olmasına rağmen temel amacımız o işin disiplinini öğretmektir. Burada öğrenciye yetenek aşılamak gibi bir şeyimiz yoktur. Öğrenci tıpkı kendine ait olan parmak izi gibi herkesten ve her şeyden farklıdır, biriciktir. Onun yaratıcılık süreci ile ilgili gerekli olan birtakım bilgiler öğretilir. Sadece role olan yaklaşımı, metinleri okuma şekli ve sanatın şablonla ilgili olan kısımlarını anlatabiliriz. Aynı zamanda öğrenciye edep öğretebiliriz.

Aslına bakılırsa oyunculuk çok yumuşak karınlı bir meslektir. İnsanlar zannediyor ki biz günlük rutinimizde her şeyi yapıyoruz ve 3-2-1 denildiğinde kahkahalar içinde ya da rolümüz neyi gerektiriyorsa bir anda onu yapıyoruz. Hayır, öyle bir şey değil. Diksiyon artikülasyon çalışmayan bir oyuncunun zaman içinde konuşma şeklinin bozulacağını biliyoruz. Bunların çok nankör yetenekler olduğunun farkındayız. Öğrenci, vücudunu nasıl koruyacağını da bilmelidir. Oyunculuk aynı zamanda büyük bir performanstır. Vücut her ne kadar roller karşısında değişse de rolün prova süreci önemlidir. Bunların yanı sıra farklı duyguları, hayalleri, insanları ve tahayyül edemediğimiz durumları anlamlandırıp okumak da çok kıymetlidir. Kendi şehrimizin, ülkemizin, sınırlarımızın dışına çıkabilmek… Tabii bunu zamanlama olarak bir kişinin yapması mümkün değil ama artık önümüzde daha kolay ulaşabileceğimiz bilgiler var. Okumanın çok başka bir birikim sağladığını düşünüyorum. Bu bağlamda öğrenciye sadece bir mesleğin ya da işin disiplinini öğretebiliriz. Sonrasındaki süreçte ise kendini ne kadar biriktirdiği, aktardığı ve kazanımlarını nasıl kullandığı öğrenci ile ilgili bir durumdur.

‘’Bütün Kadınların Kafası Karışıktır’’ adlı tiyatro ile Direklerarası Tiyatro Ödülleri tarafından kıymetli bir ödüle layık görüldünüz. Başarılarınıza idol olan bir isim var mı? Sanat yaşamınızı etkileyen en önemli unsur neydi?
Gerçekten çok kıymetli iki ödül. Karşımda zorlu bir jüri vardı. Gerçi jürilerin oyunları izlemeye geldiğini bile bilmiyordum ve bu yüzden son ödülü aldığımda biraz şaşırdım. Benim için çok değerli ödüllerdi. İdol olarak aldığım biri değil birileri var. Mesela bir oyuncunun rolüne yaklaşımı ile ilgili röportajını izlemişimdir ve bu durum benim için bir örnek olabilir. Eğer uygulanabilir ve benim de yapabileceğim bir şeyse onu mümkün olduğunca uygulamaya çalışırım. Örneğin bir psikoloğun herhangi bir duruma karşı yaklaşımını anlatan makalesini okurum ve bu makale bir rolle ilgili aklımda başka bir şey uyandırabilir. Aslında sadece kişi değil durum, an ve yaklaşım biçimlerinin farklılığı ile ilgili. Kastetmek istediğim, bir kavga karşısında biri ağlarken diğeri kavgaya karışabilir veya bir başkası kavgadan kaçabilir. Herkes farklı bir eylem içindedir. Önemli olan benim karakterimin bu olayda nasıl bir eylem sergilediğidir. Dolayısıyla gözlemlemek de çok önemli. Bir önceki soruda da belirttiğim gibi, bu sebepten ötürü öğrencilerime de mutlaka izlemelerini söylerim. Her durumu, hareketi, jesti, mimiği ve herkesi seyretmelerini tavsiye ederim. Öyle bir hamurumuz var ki o hamuru kullanabilmek, antrenman yaptırabilmek önemlidir. Hamurun yumuşaklığı, kıvamı ve şekli önemlidir. Doğru kıvamı tutturabilmek için de çok fazla insanla beraber olmak gerekiyor. Sonuçta insani bir durumu anlatıyoruz, tabii bunu bir de insana anlatıyoruz dolayısıyla farklı dil, jest ve mimikleri bilmek gerekiyor. Karakterinizi canlandırırken, kendiniz dışında size ait olmayan bir jesti alışkanlık haline getirerek ‘’Fatma’yı oynarken o jest çok işime yarayacaktır.’’ deyip kullanabilirsiniz. Fakat ‘’bu benim idolümdür, onun yolundan gidiyorum’’ gibi bir isim yok açıkçası. Az öncede söylediğim gibi işime yarayacağını düşündüğüm ya da hoşuma giden her şeyi almaya hazırımdır.

Sanat yaşamımı etkileyen en önemli unsursa, açıkçası çok ulvi veya kutsal bir noktadan bahsetmeyeceğim. Bunu mesleğim olarak kabul ettim ve mesleğimi icra ederken nelere dikkat etmem gerektiğini, nüanslara, ince noktalara doğru ilerlediğimde bunu nasıl derinlikli hale getireceğimi düşündüm ama tüm bunları düşünebilmek için size gösterilmiş bir yol olması gerekiyor. Buradaki en büyük unsur benim için -biraz enteresan olacak- babaannemdir. Babaannem çok disiplinli çalışkan, yüksek bir algı sahibi ve olayları çok net okuyan bir yapıya sahipti. Mesela beş metre uzaklıkta bir şeyler konuşan üç kişiyi izlediğinde aralarındaki problemi tahmin edebilecek bir görüşü vardı. Ben buna hep şaşırırdım. Daha sonra şunu algıladım: insan deneyimi, gözlem yapmak, birtakım değişkenlerle beraber inceleme gerçekleştirmek ve karşı taraftaki ana temayı çözüyor olmak aslında büyük bir yetenek. Babaannemle yaşarken bunların bir gün işime yarayacağını hiç düşünmemiştim. Takdir edilen, işleri beğenilen bir oyuncuysam burada babaannemin bana temelde verdiği bilgiler ve deneyim aktarımları çok önemliydi. Hala onun ekmeğini yiyorum.

Ekrana her çıktığınızda farklı bir karakteri seyirciyle buluşturdunuz. Bu zamana kadar canlandırdığınız karakterler arasında kendinize yakın hissettiğiniz veya ekranda görüp beğendiğiniz ve enerjinizin tuttuğu bir karakter var mı?
Açıkçası bu çok ikircikli bir soru. Genelde birbirinden çok farklı roller oynamadım. Tabii en büyük isteklerimden biri daha farklı rollerde oynamaktı. Senarist, yapımcı ya da yönetmen eğer bu rol için ‘’Zeynep’i istiyoruz.’’ derse takdirlerinden dolayı orada bana çok söz düşmüyor. Bu da beni fazlasıyla gururlandırır. Demek ki bunu iyi yapabiliyorum dolayısıyla tercih ediliyorum. Şimdi dönüp arkama baktığımda galiba en çok keyif aldığım rol Ulan İstanbul’un Şehriban’ı ve hem oyunculukta hem de setteki tabularımı yıkan Yeni Gelin’deki Ayşe’dir.

2001 yılında çıktığınız turne ile bir yıl boyunca Türkiye’nin en ücra köşelerine kadar gidip oyunlarınızı sergilediniz. ‘’Mesleğimin askerlik yılları’’ dediğiniz bu dönemde ülkenin çeşitli yerlerinde bulunmak çalışmalarınızı ne yönde etkiledi? Toplumun farklı yönlerini görmek sanata olan bakışınızı etkiledi mi?
‘’Mesleğimin askerlik dönemleri’’ demişim, ne güzel söylemişim. Hatta 8 ay boyunca ev yüzü görmeden komando olarak yaptım. Çok az fireyle neredeyse bütün Türkiye’yi dolaştık. Zaman zaman hava koşullarından, güvenlik sorunlarından ve benzer sebeplerden ötürü gidemediğimiz yerler oldu. Benim için Marmara’da, İç Anadolu’da, Ege’de ve çeşitli bölgelerde oynadığım oyunlar elbette çok önemli ve kıymetli ama onlardan ziyade Nazım Hikmet’in ‘’Yolcu’’ adlı eseriyle sahneye çıkmamız daha özeldi. ‘’Yolcu’’ oyunu, bir tren istasyonunda geçen 4 kişinin hikayesidir ve ağır bir yapıttır. Bu oyunu oynadığımda çok küçüktüm, yaklaşık 21-22 yaşındaydım ve o zamana kadar Eskişehir’den neredeyse hiç çıkmamıştım. Farklı bölgelere gittiğimde şunu gördüm; biz başka bir dünyada yaşıyoruz, orada ise başka bir evren, kültür ve hayat var. Ben bu kültürü, dünyayı hiç tanımıyormuşum aslında. Televizyondan izlediklerim, gazetelerden okuduklarım yetersizmiş. Sonuçta bu kaynaklardan her şeyi öğrenmek mümkün değil. Oranın suyunu içerek, taze soğanlı lavaşlı kahvaltıyı yaparak, gezerek ve görerek oralar hakkında bilgi ediniyorsunuz.

Doğuda ciğerle kahvaltı yapana kadar ‘’Ciğerle kahvaltı mı yapılır?’’ şeklinde bir düşüncem vardı. Ondan sonra ‘’Yapılır abicim, neden yapılmasın?’’ şeklinde bir düşüncem oldu. O senin ön yargın, senin tiksintin. Benzer örnekler ve deneyimler sayesinde köşelerim azaldı, daha yumuşak hatlara yönelmeye başladım. Şöyle bir insan olmaktan hep nefret etmişimdir, ‘’Ya o öyle mi yapılır?’’ yapılabiliyorsa yapılır, neden olmasın? Başkasının deneme biçimi, algısı, öğrenme şekli, uygulama biçimi ve diğer koşulların da getirdiği sebeplerden ötürü farklıdır. Ön yargılardan kurtulmayı ve bir şeyi anında reddetmemeyi öğrendim. Bu benim için çok değerli.

Sadece oyunculuğumda değil hayatımda da önemli bir yeri oldu bu turnenin. Bir taraftan da sanatınızı icra ediyorsunuz. Gençsiniz, heyecanlısınız ve sanatı, bu ülkenin en ücra köşesine bile götürebileceğinize inanıyorsunuz. Çok da kıymetli bir oyunla bunu başardık. Orada genel olarak öğrendiğim bunlar. Kendi biçiminizin, şeklinizin ve yaşam formunuzun dışında başka hayatların da var olduğunu anlıyorsunuz. Hem de size çok yakın, aynı coğrafyayı paylaştığınız insanlarla sizi birleştiren ortak noktaların olduğunu görüyorsunuz. Böylece farklılıklara saygı göstermeyi doyasıya öğrenebilme şansım oldu ve bunu genç yaşta öğrendiğim için mutluyum. Sancılı ama benim için çok kıymetli bir süreçti.

Oyuncu kadrosunda da yer aldığınız ‘’Kısmet’’ geçtiğimiz günlerde izleyici ile buluştu. Bunun dışında yürütmekte olduğunuz projeleriniz var mı? Sanatseverleri neler bekliyor?
Evet, yeni dizimiz FOX’da yayına girdi. Çok heyecanlı bir proje. Özellikle Senaristimiz Mahi Nur Ergun’un çok uzun yıllardır hayranıydım ve hep çalışmayı hayal ettiğim bir senaristti. Şu anda onunla beraber çalışıyor olmak daha da heyecan verici. Gerçekten yönetmenimizden yapımcımıza kadar çok eğlenceli bir kadromuz var. Bunların dışında yeni bir proje yok maalesef. Önce bu diziye ve Eylül’de başlayacak olan ‘’Ödenmeyecek Ödemiyoruz’’ a iyi bir şekilde devam edip bitireyim. Sanırım gücüm bu kadarına yeter. Şu anda sadece iki proje ile devam etmeyi düşünüyorum.

Bu alana ilgi duyan, yolumuzdan ilerlemek isteyen genç yetenekler var. Onlara verebileceğiniz tavsiyeler var mı?
Sanatın tüm alanlarıyla ilgilenen ve bu yolda ilerlemek isteyen arkadaşlarıma şunu söylemek isterim: Bu meslek dışarıdan görüldüğü kadar rahat ve kolay bir iş değildir. Sanatın getirdiği sorumluluk çok büyüktür. Öncelikli olarak kendi edinimlerinize karşı mesuliyetiniz vardır. Daha sonra sanat eseri olarak izleyicinin ya da okuyucunun önüne koyduğunuz yapıtın arkasında durabilecek bir bütünlük yaratmalısınız. Tüm bunları düşünerek gerekli egzersizleri yapmalarını tavsiye edebilirim.

Sadece bir çalışma ya da durumun eseri değildir sanatçı olmak. Yetenekli olmanız gerçekten yetmiyor. Bu yetenek disipline edilmeli ve kişi tarafından mutlaka kontrol edilmeli. Bu da çok okuma, farklı hayatlar tanıma ve bunlardan bir bütün çıkartıp birilerine sunabilmekle ilgili. Bu bütünü tüm kusurlarıyla, detaylarıyla beraber betimleyebilmeniz gerekiyor. Tabii bunun için de ağır bir disipline sahip olmanız gerekir. Sanatçının mesai saatleri çok uzundur. Genç yetenekler bunları göze alabiliyorsa kendilerini bu alanda yetiştirebilirler. Tabi nasıl bir sanatçı olacakları da önemli. Örneğin sadece dizilerde oynayan bir aktör olabilirsiniz ama bunun altını doldurup nitelikli bir sanatçı olarak yolunuzu çizebilirsiniz. Dediğim gibi bunların hepsi yine çalışmaya ve emek vermeye geliyor. Sonuçta oyunculukta 24 saatin 26’sında çalışıyorsunuz.