yazı: Nisan KapucuKüçük şehirlerde doğup büyüyenler bilir; şehirden kaçmak isteyen ve bir de uzaklaşamayan iki farklı arkadaşınız olur. Arkadaşlığınıza o dakikadan itibaren gelecek planlarınızı gerçekleştiremeyeceğinizi bilerek başlarsınız. Bu yüzden de aslında birçoğu yarım kalır hatta zamanla yabancılaşır. Bir kişi hep farklı düşünür, sonu da ikna etmeye çalışmak veya o kişiden uzaklaşmak olur. Şehirde kalacak olanlara …
yazı: Nisan Kapucu
Küçük şehirlerde doğup büyüyenler bilir; şehirden kaçmak isteyen ve bir de uzaklaşamayan iki farklı arkadaşınız olur. Arkadaşlığınıza o dakikadan itibaren gelecek planlarınızı gerçekleştiremeyeceğinizi bilerek başlarsınız. Bu yüzden de aslında birçoğu yarım kalır hatta zamanla yabancılaşır. Bir kişi hep farklı düşünür, sonu da ikna etmeye çalışmak veya o kişiden uzaklaşmak olur. Şehirde kalacak olanlara ise pek dokunulmaz çünkü yaşarken ve hesaplarken bilirsiniz; gitmek demek binbir zorlukla artık tek başınıza uğraşmaktır. Ağlayacak bir omuz halihazırda yoktur bile; siz ararsınız, elde etmek için uğraşırsınız. O alıştığınız günlük harçlıklarsa, yerini kira ve fatura ödemelerine bırakır. Veya en iyi ihtimalle -tartışılır- düşük ücretli ama aynı odada hiç tanımadığınız, alışık olmadığınız kültürden insanlarla yaşarsınız. Yaşayacaklarınızı önceden duyduğunuz için de cesaret edemeyene hak verip yolunuza ona başarılar dileyerek devam edersiniz.
Bense hep kaçmak isteyendim. Yaşayacağım zorlukları görmeme rağmen hepi topu yüz bin kişiyi yüzlerce kez görmek istemiyordum artık. Yeni insanlar ve yeni hikayeler peşindeydim. Plakasını ezberlediğim araçlardan, önüme konan sıcak yemeklerden, her gün sesine uyandığım annemden ve babamdan özürler dileyerek sığındım İstanbul’a. İşçi şehrinin o kasvetli havasını, düşünüşünü, yaşayışını ve ağır hızını bavuluma koymadım. Fermuarlar içinde yalnızca gösteremediğim, yaşayamadığım kendim vardı. Yurt odama yerleşirken de ilk onu çıkardım meydana. Hep bize anlatılan korku dolu bir masalken İstanbul, artık baş başaydık bavulumdakilerle.

İlk zamanlar hep düşlediğim gibi herkesle, her şeyle tanışmakla geçiyordu zamanım. İnanılmaz bir hevesle yeni hikayeler dinleyip yeni suratları zihnime kaydediyordum. Yolları, mekanları anlamaya ve benimsemeye çalışıyordum. Ama bir süre sonra şehrin hızı beni kendine katmadı; dışlandım. Yabancılaşmayı ömrü hayatımda ilk kez yaşıyordum, çok dokunmuştu. Bavulumdaki bense hayatımızı hiç böyle hayal etmediği için mücadele etmeyi bir seçenek olarak bile görmeden tekrar fermuarların arasına karıştı. Artık geceleri sadece ağlıyor, eski yaşantımı çok özlüyordum. Bundan sonra baş başayız dediğim özüm bile kayıplara karışmıştı. Özürler dileyerek ayrıldığım şehrimdeki yamuk kaldırımları bile anmaya başlamıştım. Halbuki pişman olmak en büyük korkumdu ve ben yavaşça kapılıyordum bu hisse. Sahnede henüz toyken ellerinizi, kollarınızı nereye koyacağınızı bilemez, kaskatı kesiliverirsiniz. İşte ben de hayatımda kendimi nereye konumlandıracağımı bilmediğim bir dönemden geçiyordum. Sıcak yatağıma, dolu buzdolabına ve eskiden sıkılıp kaçtığım o eski hikayelere dönmek için can atıyordum. Derken aslında çokça özleştiğim ailem onların yanına her an kaçabilecekken tam tersine sarstılar omuzlarımdan; beni kendime getiren ve güvenimi en baştan bana kazandıran onlar oldu. Elinde valiziyle Anadolu’nun bağrından kopup gelen yağız, mağrur delikanlıların ilk gördükleri Boğaz manzarasında bağırmaları gibi ben de çıkıp bir çığlık attım Haliç’te.

Sonra ise aylar geçiyor, alışıyor insan. Işıkları hiç sönmeyen, her daim aydınlık ama bir o kadar da acımasız yedi tepeye sonradan geldiğini unutuyor. Sanki doğma büyüme buralıymış gibi gelenleri gezdiriyor; anılarını, insanlarını biriktiriyor. Her sokak ve her köşe hakkında anlatacağı onlarca anının farkına varıyor. Saatler geçse de yaşamın hala devam etmesi ölü memleketlerden kopup gelenleri bir şekilde ayakta ve dinç tutuyor. Ve ne zaman uzaklaşsa insan şehirlerin şehrinden, buranın sevilen değil özlenen bir yer olduğunu da kavrıyor. Hatta o küçük, köhne kentine uğradığında da İstanbul’u yaşamaya devam ediyor içinde. Hayat aynı hızında akıp gidiyor fakat o uzaklardan yalnızca seyrediyor. O an orada olsa neler yapabileceğini hayal ediyor, ne zaman döneceğini hesaplamaya başlıyor. Fakat uzakta yaşamanın insanı ne kadar değiştirebileceğini de ne yazık ki bu şekilde öğreniyor. Kalabalık bir yurt odasında bir seneden fazla yaşayınca insan, bir sürü güzel alışkanlığına bir daha geri dönememek üzere veda ediyor; eve dönüp nihayet yalnız kaldığında bile hatırlamamak üzere hem de.

Yani döndüğünde o telaşsız, huzurlu tembelliğinin tadını artık unutmuş oluyor. Eskiden komşularını rahatsız ederek bağırıp çağırıp söylediği şarkılarını da… Dinlenirken bile kafasından yapması gerekenler geçiyor. Kafada kırk tilki, onların kafasındaysa ayrı kırk tilkicikle yola devam ediyor. Ama yaşarken bu kadar olumsuz hissettirmiyor bunlar. Sadece üzerine düşündükçe, sorguladıkça bir parça hüzünlendiriyor fakat yalnızca bu kadar. Mesela o alıştığı duvarlara evin çocuğu olarak değil de gerçek hayatla tanışmış bir genç olarak dokunmak bambaşka hayaller, bambaşka planlar kurduruyor. İleride sahip olacağı ev için -yaşarken yaşayacağı hayal kırıklıklarını tahmin etse de- can atıyor. Fakat kurulan hayallerden ziyade etrafındaki yetişkinlerin sohbet etmek için bir adım atmalarından gerçekten artık büyüdüğünü, değiştiğini anlıyor. Bir parça da olsa ‘’Başarıyorum.’’ Cümlesini kurduruyor size hayat. Çünkü bilirsiniz ki; çocuklar için en zor şey çocuk olmaktır. Çocuklar dinlenmez, geçiştirilir hatta söylediklerinin doğruluğu sorgulanmaz bile. Bu yüzdendir onların bu denli büyüme isteği belki de. Her insan umursanmak ister nihayetinde. Sonunda da sözlerini sağlam bir zemine oturtabiliyor olmak, ağzından çıkan her kelimeye dinleyenlerin dikkat kesilmesi insanı öylesine tatmin ediyor ki…
Kısacası doğduğu yerde yaşarken yalnızca yaşlanıyor insan. Büyümeyi -yanlışıyla, doğrusuyla- ancak bir bavulla kaçıp gidince öğrenebiliyor. Yaşadıklarını bir tebessümle anıp genç, güzel yarınlarını düşlüyor. Değişse de, unutsa da, düşüp dizlerini kanatsa da bunun tadına hep bir sonraki gün uyanınca varıyor.