yazı: Gamze YılmazÇoğumuz felsefe tarihini incelerken felsefenin Antik Yunan'da ortaya çıktığını,geliştiğini söyleriz ancak benzer yüzyıllarda Doğu'daki gelişmeleri göz ardı etmekfelsefe tarihinin kapsayıcılığını kısıtlar. Çin felsefesinden bahsederken de aslında ayrı bir felsefi akım olarak değil tarihi bir bütün içerisinde ele almak daha doğru olur. Ancak ne yazık ki günümüzde Çin'li düşünürlerle karşılaşmamız popüler kültürle; kişisel gelişim, …
yazı: Gamze Yılmaz
Çoğumuz felsefe tarihini incelerken felsefenin Antik Yunan’da ortaya çıktığını,
geliştiğini söyleriz ancak benzer yüzyıllarda Doğu’daki gelişmeleri göz ardı etmek
felsefe tarihinin kapsayıcılığını kısıtlar.
Çin felsefesinden bahsederken de aslında ayrı bir felsefi akım olarak değil tarihi bir bütün içerisinde ele almak daha doğru olur. Ancak ne yazık ki günümüzde Çin’li düşünürlerle karşılaşmamız popüler kültürle; kişisel gelişim, hayatı güzelleştirmek, huzurlu yaşam gibi başlıklarla
sağlanıyor. Kullandıkları dilin, anlatımın edebiyatla fazlaca harmanlanmış olması da bu durumu etkiliyor elbette. Hepsinin çağdaş olmalarına ve yeterli üne sahip olmalarına rağmen kimse Herakleitos veya Pythagoras’ın öğretisinden bir sözü duvarına asmazken Konfüçyus’tan, Lao Tzu’dan asabiliyor. Bu, Çinli düşünürleri daha başarılı kılar mı, öğretilerini hayat pratiği açısından başarılı yapar mı tartışma konusu. Belki de Antik Yunan’da da tek tanrılı dinlerin ortaya çıkmasıyla,
Aristoteles, Descartes gibi filozoflarla önemli kırılmalar gerçekleşmeseydi Çin’de olduğu gibi yüzyıllardır süregelmiş bir felsefi gelenekten, canlılığını kılıktan kılığa girerek kesintisiz bir şekilde sürdüren öğretilerden konuşuyor olabilirdik.

Çin felsefesinde uzunca bir zaman dilimine hakim olmuş öğretiler beraberinde geniş bir kaynak havuzu da oluşturmuştur. Bu büyük alan muhteşem bir zenginlik içerse de alana, dile dair uzman kişilerin azlığından sadece belli başlı düşünür ve kitaplara erişebiliyoruz, akademinin müfredatında çok az yer verebiliyoruz. Kaynaklara erişim azlığıyla birlikte Çin felsefesinin aslında felsefe değil bir din olduğunu savunanların sayısı da az değildir. Bu noktada Konfüçyus’u asıl etkileyici kılan şey öğretisinin yüzyıllardır dini bir gelenek üzerine oturması mı, gelenek hakimiyeti bir yana felsefesinin son derece sağlam olması mıdır?
Konfüçyus M.Ö. 551-479 yılları arasında yaşamıştır. Kuzey Çin’in Lu Beyliğinde doğmuş, Chi Fu’da ölmüştür. Ailenin ikinci çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. Asıl adı Qui, Çin’de en çok kullanılan ismi Kong-Fuzi veya Kung-Fu-Tzu’dur. Hayat hikayesine dair birçok rivayet bulunur. Bunlardan birine göre ailesi aristokrat ancak zengin değildir. Eğitimini en çok annesi ve dedesi üstlenmiştir. Annesi bilge bir aileye mensup olduğu için Konfüçyus’u da erken yaşta eğitmiştir. 13 yaşında annesinden öğrenecek bir şeyi kalmadığında dedesinin yanına gönderilmiştir.

Dedesi vefat edene kadarki 6 yılda, ok ve yay kullanma, hesap yapma, sanat, tarihi gelenek ve görenekler üzerine ders almıştır. Dedesinin son günlerinde annesine: ”Bu çocuğunun bilgisinin genişliği benim bilgimi aştı. Ondan büyük bir adam olacak.” sözlerini kullandığı söylenir. Çok küçükken almaya başladığı eğitim onun günümüzde hala konuşulmasında kuşkusuz en önemli sebeplerindendir.
Sonraki yıllarda çeşitli devlet mevkilerinde çalışmış hatta adalet bakanlığına kadar yükseldiği rivayet edilir. 54 yaşında memuriyeti gelince şehri terk ederek ülkeyi her tarafını dolaşıyor ve dersler veriyor. Şehrini terk etmesi bir inziva veya asıl hayatından el etek çekmek, uzaklaşmak gibi görünse de tamamen pratik sebeplerle ayrılıyor. Kendi bilgeliğini anlayabilecek, yararlanabilecek belki aktarabilecek bir derebeyi arıyor. Konfüçyus’un içine doğduğu dönemin siyasi karmaşıklığı, politik istikrarsızlık onun bu karakteri üstlenmesine zemin hazırlıyor diyebiliriz. Çünkü siyasi karmaşıklığın üst düzeyde olmasıyla refaha kavuşma çabası da doğru orantılıdır. Toplumda ahlak, ekonomi, siyaset ne kadar çökerse yeni sistemler, yeni kalkınma planları,yeni hiyerarşiler ortaya atılmaya başlanır; kahramanlar ismini duyurur. Çin’in Savaşan Krallık Döneminde Konfüçyus gibi bir bilgenin oluşması hem kaçınılmaz hem de sürpriz olmayan bir durumdur.
Konfüçyus’un ülke seyahatleri 13 yıl sürmüştür ve yaklaşık 3000 öğrenci eğittiği söylenir. Hatta ülkesinin ilk serbest öğretmeni olarak anılır. Töre, Müzik, Okçuluk, Araba Kullanmak, Yazı Yazmak ve Hesap Yapmak yani ”altı sanat”ı tam olarak öğrenen öğrencilerinden Lun Yu’da –Konuşmalar- bahseder. Öğrencileriyle arasındaki ilişki o kadar kuvvetlidir ki Konfüçyus öldükten sonra öğrencileri
mezarının başına bir kulübe yapmış ve 3 yıl boyunca orada yas tutmuşlardır. Yas sürecinden sonra öğrencileri Konfüçyus’un uygulamak isteyip uygulayamadığı prensipler üzerinde çalışarak ve felsefesinin izinden giderek onun günümüzdeki şöhretine ulaşmasında rol oynamışlardır.

Hayatı boyunca öğretisinin değer görmemesinden yakınan düşünürün öldükten sonra adına tapınaklar yapılacak kadar sevilmesi, tüm dünyaca isminin duyulması oldukça hazin aynı zamanda da kendi adına değerini yükseltmiştir. Gerek bizzat kendi yazdığı gerek derlediği kadim kitaplarıyla kendinden sonraki yüzlerce kuşağa büyük bir hazine bırakmıştır. Ancak Konfüçyus hiçbir zaman yeni bir düşünce ortaya attığını savunmamıştır ”Ben eskiye inanan biriyim; bir kurucu
değil bir aktarıcıyım.” diyerek Çin’in giderek bozulan toplumuna, Çin’in kadimliğini hatırlatma, canlılığını geri kazandırmayı sağlama misyonu edinmiştir.
Bu misyonla hareket ederken realizmden idealizme uzanan ayrımların silikleştiği yani topluma ilişkin etik, siyaset, ahlaki değerlerden içsel manevi gelişime, en yüksek bilgeliğe uzanan, bunların harmanlandığı bir yol izlemiştir. Kitaplarında ”durduk yere kimseyi incitmeyin” ”kendine yapılması istenilmeyen şeylerin başkalarına yapmayın” gibi zaten çok açık şeyleri söylerken kimilerimizce
antipatik dursa da Konfüçyus her daim erdemli davranmayı vurgulamıştır.
Konfüçyus’u etkileyici kılan birçok detay olsa da onun düşünce aktarımındaki başarısı zannımızca en öne çıkan özelliği. Çağdaşı Sokrates’te de olduğu gibi toplumun her kesimine bir erdemi yaymak, dünyayı daha iyi bir yer haline getirme çabaları onları yüzyılların kahramanları yapıyor.