Röportaj: Dilara YiğitUzm. Klinik Psikolog Sevgili Emre Gökçeoğlu ile hem mesleki deneyimleri hem de yaşamış olduğumuz depremin psikolojik etkileri ve yıkımın ardından ruhsal açıdan alınması gereken önlemler üzerine konuştuk…İşinizi severek yapıyor ve büyük bir titizlikle yürütüyorsunuz. Bize mesleğinize karşı bakışınızdan ve psikolojiye dair düşüncelerinizden bahseder misiniz?Mesleğimi benimsediğim andan itibaren temel düşüncem komplike bir yapı olan …
Röportaj: Dilara Yiğit
Uzm. Klinik Psikolog Sevgili Emre Gökçeoğlu ile hem mesleki deneyimleri hem de yaşamış olduğumuz depremin psikolojik etkileri ve yıkımın ardından ruhsal açıdan alınması gereken önlemler üzerine konuştuk…
İşinizi severek yapıyor ve büyük bir titizlikle yürütüyorsunuz. Bize mesleğinize karşı bakışınızdan ve psikolojiye dair düşüncelerinizden bahseder misiniz?
Mesleğimi benimsediğim andan itibaren temel düşüncem komplike bir yapı olan ‘’insanı’’ anlamak oldu. Psikolojiye dair öğrendiğim her yeni bilgi, beni bu alana daha da yakınlaştırdı. Yelpazesi çok geniş bir alan olan bu bilim dalına bir kez kapıyı araladığınız zaman o kapı hiç kapanmıyor. Merakımı uyandıran insan davranışlarını her açıdan deneyim elde ederek ve bilgi birikimlerim ile karşımdaki divanda oturan kişiye aktarmak için klinik tabanlı danışan görmeye devam ediyorum. Psikolojinin klinikle birleşen bu dalı insan iletişiminin en yoğun ve etkili olması gereken bir yer. Bu dalda sadece bir insanı anlamak ne yazık ki yetmiyor… Kendimizin, ifade yeteneğimizin, ekolleri harmanlayıp ihtiyaca göre karşı tarafa katkı sağlayabilme becerimizin de bir o kadar gelişmiş olması gerekir. Psikolojiye insan hayatı için bir yol olarak bakarsak her anlamıyla insanın kendini tanıma ve hayatı anlamlandırma süreci diyebiliriz.

Mesleğinizin yanı sıra sosyal medyada da bilgilendirici içerikler üretiyorsunuz. Bu platformlar üzerinden içerik üretirken nelere dikkat ediyorsunuz? Takipçilerinizden ne gibi dönüşler alıyorsunuz?
Sosyal medya içeriklerinde en çok özen gösterdiğim konu; içeriğin özgün olması. Buna ek olarak insanların en fazla yakındığı noktalara ayak basarak bu problemlere veya olgulara ışık tutmak temel hedeflerimden. Takipçilerimden aldığım her dönüş benim için çok değerli, bu geri dönüşler doğrultusunda içeriklerimi şekillendirdiğim zamanlar çok sık oluyor. Takipçilerimin istekleri üzerine oluşturduğum içeriklerin sayısı yadsınamayacak kadar fazla. Ürettiğim içeriklerin bilimsel kaynaklı olması da dikkat ettiğim bir diğer önemli detaylardan.
Yüksek lisansınızı ‘’Oyun Bağımlılığı ve Yalnızlık Arasındaki İlişki’’ üzerine yaptınız. Lisans eğitiminizin ardından tercihiniz neden bu yönde oldu? Çalışmanızın sağlayacağı faydadan beklentileriniz nedir?
Teknolojinin ciddi bir şekilde ilerlemesiyle birlikte dijital tabanlı oyunlar her sene daha da artıyor. Bizzat bu gelişmeleri çok yakından takip ettiğim ve elektronik sporların yaygınlaşması sonucunda benzer gelişmelerin insanlar üzerinde nasıl etkiler bıraktığını gözlemlemek için böyle bir çalışmaya başvurdum. Özellikle insanların oyun oynarken dijital, sesli sohbet kanallarını kullanması ve sosyal iletişimin buraya doğru kayması insanların evde yalnız, kendi başlarına vakit geçirme koşullarını kısıtladı. Bu durum bizi daha da mı yalnızlaştıracaktı, yoksa farklı bir sosyal dünyaya kapı mı aralayacaktı? Sürekli bir uyarıcı etkisindeyiz. Daha çok yalnızlık kavramı üzerinde çalışmıştım. Oyunlar insanları daha fazla yalnızlaştırmıyordu. Aksine sosyal iletişimi arttırdığı zamanlar bile oluyordu. Fakat bu iki yönlü bir bulguydu. Teknolojiyi ve oyunları nasıl kullandığımıza göre değişiyordu. Sosyal tabanlı, çevrimiçi iletişimin yoğun olduğu bir biçimde oyunları kullanmak, tatminkâr anlamda kişide yalnızlık üzerine herhangi bir problem yaratmıyordu. Fakat bazı bulgulara göre çevrimdışı oyunları tek başına uzun bir süre oynamak kişinin hayattan uzaklaşmasına, iletişim açısından içe kapanmasına ve yalnızlık hislerinin yaşanmasını beraberinde getiriyordu. Bu konuyla ilgili daha net bulgular elde etmek için daha uzun zaman dilimlerinde gözlemlememiz gerekecek diye düşünüyorum. Teknolojinin insanda yarattığı etkileri öngörebilmek bu hızlı değişim koşullarında her geçen gün daha da zorlaşacak gibi.

Danışanlarınızla ilgilenirken çeşitli testler uyguluyor ve bazı bulgular elde ediyorsunuz. Bu süreçte onlarla iletişim kurarken nelere dikkat ediyorsunuz? Danışanlarınıza olan yaklaşımınızda en önemli unsur nedir?
Danışanlarıma yönelik çeşitli psikolojik testler uyguladığım zamanlar oluyor. Bu testler kişiyle alakalı, zaman zaman kendisinin bile öngöremediği, şaşırdığı, bazen de tahmin edebildiği kişilik analizlerinin sonuçlarını önüme seriyor. Yaklaşımımda tamamen açık ve şeffaf olmayı yeğliyorum. Etik kuralların ön planda olduğu, karşımdaki kişiyi tamamen anlamaya ve ona iyi gelebilecek bir formülasyon bir yol oluşturmaya özen gösteriyorum. Bu süreçte en önemli noktalardan birisi danışanın isteği. Bir terapist danışanın hangi konuda, hangi durumu, hangi duyguları aktarmak istediğini sezebilmeli, anlayabilmeli. Danışan kendini açmak istemediği bazı noktalarda, terapist danışanın sürece uyum sağlaması için ona zaman tanımalı. Terapötik bağın oluşmasına zemin hazırlamalı. Danışan bir şeyi anlatmakta kararlı değilse terapist bu konuda asla kendini tekrar etmemeli. Bu da yaklaşımımda dikkat ettiğim önemli unsurlardan birisidir.
Farklı yaş gruplarından pek çok probleme çözüm bulmaya çalışıyorsunuz. Peki gözlemlerinize dayanarak toplumda sıkça karşılaştığınız sorun nedir? İzlenimlerinizden yola çıkarsak bu problemin temel sebebi ne olabilir?
Her insanın yaşadığı problemin kendine has bir yapısı olduğunu her danışanımda yeniden fark ediyorum. Bütün kar tanelerinin birbirinden farklı olması kadar özel bir durum bu. Her insan da biricik. Ama ortak olan bir şey var: travmalarımız. Bütün danışanlarımın kendine özgü bir travması var ve her travma tepkisi kişinin tamamen kendine özgü bir kişilik oluşturmasına yol açmış. Travmalar hayatımızın ta kendisi. Bunlara dönüp bir şekilde bakabilme ve analiz edebilme yeteneğini geliştirdiğimiz an travmayla yaşamayı öğrenmiş oluyoruz. Travmalarımız bizim yok edebileceğimiz bir şey değil. Sadece farklı bakış açıları ile olayları ruhsal sağlımızı bozmayacak şekilde anlamlandırabileceğimiz bir durum olmalı.
Kahramanmaraş depreminin ardından hem bireysel hem de toplumsal anlamda depremin oluşturduğu psikolojik etkileri yaşadık. Geriye kalan depremzedeler için psikolojik hasar, depremin getirdiği yıkımdan daha büyük oldu. Bu süreçte nasıl hareket etmeliyiz? Onlara yapabileceğimiz en önemli yardım nedir?
Depremin ardından psikolojik ilk yardım adı altında oluşan ihtiyaçlar, karşılanmaya çalışılıyor. Daha sonra ruh sağlığı uzmanlarına büyük sorumluluk düşüyor. Travma sonrasında insanların yaşadığı şok, kaygı, korku gibi birincil tepkiler doğal reaksiyonlardı. Bu tepkilerin beklediğimizden uzun sürmesi travma sonrası stres bozukluğu geliştirme ihtimaline yol açıyor. Yapılabilecek en önemli yardım yaşadıkları psikolojik ve fiziksel yıkımın yarattığı duyguları anlamaya çalışmak olacaktır. Yaşadıkları afet tıpkı binalar gibi kişilerin psikolojilerinde de yıkıcı etki yaratır. Bu yıkımı normalize etmek niteliğinde, insanlara iyi niyetle umut verebilmek adına yapılan şükür içerikli konuşmalardan kaçınmalıyız. Bu noktada yapabileceğimiz en temel destek onların duygularını kucaklama ve anlama çabası olacaktır.

Bölgede yaşanan büyük felaketten sonra en büyük etki çocuklar üzerinde oluştu. Depremden etkilenen çocuklara nasıl yaklaşmalıyız? Diğer yandan depremi yaşamayan ancak çeşitli yollarla bundan haberdar olan çocukları nasıl yönlendirmeliyiz? Ailelere ne gibi görevler düşüyor?
Depremden etkilenen çocuklarımız bu noktada yetişkinler gibi yine birbirinden farklı tepkiler verdiler. Kimisi içe kapandı, kimisi aynı davranışlar içinde bulundu, kimisi kendini daha enerjik hissetti. Çocuklarımızın bu tepkileri anormal duruma karşı verilen normal tepkilerdi. İlerleyen bu süreçte travmanın etkilerini yatıştırmak adına çocuklarımıza bu travma ile alakalı duygu ve düşünceleri paylaşma fırsatı sunmalıyız. Travmanın etkisini bu şekilde azaltabiliriz. Çocuklara gerekli oyun, hareket ve ağlama imkânı sağlamak bunun birincil aşamasıdır. Yaşadıklarına yanlış bir tepki verdiğini düşünmesini istemeyiz. Bu yüzden onun karşısında asla duygularımızı saklamamalı, üzülmemek için çaba göstermemeliyiz. Hislerine ortak olmaya çalışmalıyız. Çocuğun ilerleyen süreçlerde yapıcı bir karakter geliştirmesi adına bu süreçte en etkili yol izlenmelidir. Çocuk başlarda iç karartıcı resimler çizse de zamanla kendini ve yakınlarını resim içerisinde hayal dünyasına göre konumlandırıp, yaşadığı olayın travmatize etkisini yatıştıracak derecede olayları anlamlandıracaktır. İstediğimiz şey de budur. Duygusal içgörü ve farkındalık. Ailelerin bu duygusal paylaşımı hem çocuğunda hem kendisinde sağlaması bu süreçte travmanın etkilerini azaltmada büyük önem taşıyacaktır.
Depremin yaşandığı ilk günden bu yana pek çok fotoğraf ve video sosyal medyada paylaşıldı. Bu görüntülerin doğrudan paylaşılmasının topluma zararları nelerdir? Enkaz altından çıkarılan depremzedelerin videoya alınmasının sonuçları ne olacaktır? Deprem ile ilgili paylaşımlarımızda nelere dikkat etmeliyiz?
Deprem ile ilgili görüntülerin sosyal medyada paylaşılması bizlerde ikincil travma etkisini yaratabilir ve travmayı bizzat yaşayanlarla benzer semptomları göstermemize neden olabilir. Özellikle alt yapımız ve psikolojik sağlamlık düzeyimiz bu dönemlerde fazla kırılgan olduğu için paylaşımlara çok dikkat edilmeli, mümkünse hiç paylaşılmaması daha sağlıklı olacaktır. Bu paylaşımlar aynı zamanda toplumsal iyileşmeyi geriye iter. Toplumu kaosa ve düzensizliğe sürükler. Videoların tekrarlı bir halde sosyal medyada sürüklenmesi dolaylı travmanın yaşanmasına neden olur. Lütfen biz de bunu kişisel bir sorumluluk haline getirip bu tarz içerikleri paylaşmamaya, etkileşimi arttırmamaya özen gösterelim. Unutmayalım biz etkilenmiyor olsak bile diğer insanlar etkilenebilir.

Sağlık personelleri, arama-kurtarma ekipleri, basın mensupları ve çeşitli sektörlerden birçok kişi günlerdir deprem bölgesinde faaliyetlerini sürdürüyor. Yardım için bölgede bulunan kişiler psikolojik olarak kendilerini nasıl yönetmeli?
Orada yardım amacıyla bulunan insanların hedefleri doğrultusunda hareket edip yaşanılan travmayla empatiden ziyade sempati yapmamaya özen göstererek, nihai hedefleri olan ‘destek olmak’ kısmını kendilerine hatırlatmalarının faydalı olacağını düşünüyorum. Sempati geliştirmemiz bizimde travmadan aynı derecede etki altında olacağımızı gösterir. Empati “acını anlıyorum”, sempati ise “acını yaşıyorum” demektir. Buradaki sınırı iyi belirleyerek bu farkındalıkla hareket etmeliyiz. Yaşanılan afet bölgede bulunmayan her insanı bu kadar derinden etkiliyorken orada bulunan ekiplerin psikolojik sağlamlıklarını destekleyip güçlendirmek adına, kendilerini ihmal etmemeleri gerekir. Bulundukları konum haricinde farklı konuları günde 5-10 dakika bile olsa konuşmalarını ve sevdikleri küçük şeyleri (günde birkaç sayfa kitap okumak, küçük çaplı yürüyüşlere çıkmak vb.) imkanları doğrultusunda yapmaya gayret göstermelerini tavsiye edebilirim.
Uzmanlar deprem sonrasında yaşanan süreci dört ana başlık altında topluyor, bunlar; şok, öfke, yas ve restorasyon. Tüm bu sürecin sonunda bireyler ne kadar yol kat edecek? Depremin oluşturduğu ruhsal hasarı atlatabilmek ne kadar mümkün?
Yaşanılan ruhsal hasar ya da psikolojik darbe içimizde büyük bir yara oluşturdu, bunu kimse inkâr edemez. Travmalarda yaşanılan şokun ardından bu inkâr sürecini zaman zaman görsek veya bu durum bir savunma mekanizması olsa da insan zamanı gelince olaylara sağlıklı bir şekilde bakabilmeyi öğrenecek. Bu inkâr bizim o an, o olayla baş edebilmek için geliştirdiğimiz bir savunma mekanizmasıdır. Yani elektriğin fazla gelip sigortanın atmasına benzetebiliriz. Fakat tüm bu belirtilerden sonra restorasyon aşaması; travmamızı, ruhsal hasarımızı atlatmak anlamına gelmiyor. Bu hasarın hayatımızda kalıcı bir etkisi olacaktır. Biz bu olumsuzlukları yönetebilme becerimizi geliştirmeliyiz. Yaşanmış gerçeği yadsıyamayız. Bir kayıp, istismar ya da bir travma silinemez. Duygularımıza temasla, olgunlaşarak olaylara sağlıklı anlamlar yükleyerek bunu aşabiliriz. Toplumsal güveni sağlayabilmek bunun ilk aşamasıdır. Bu dönemde güven duygumuzu aktif tutmalıyız. Buna en çok ihtiyacımız olan zaman dilimi şu an. İletişim becerilerimizi kullanarak bu güveni aktif tutabiliriz. Duygularımıza temasımızı, travmanın yükünü hafifletecek derecede düşüncelerimizi diğer insanlarla fikir alışverişinde bulunarak çözmeliyiz. Kendimizi ifade etme konusunda veya fikirlerimizi kontrol edemediğimiz zamanlarda profesyonel destek almaktan kaçınmamalıyız. Güven temelli iletişim becerisi bizim zorluklara karşı psikolojik sağlamlığımızı şekillendirecektir.