Join the Club

Get the best of Editoria delivered to your inbox weekly

Ahmet Büke: Biraz kül, biraz duman. O benim işte. 

röportaj: Dilara YiğitYazarlar arasında sıkça karşılaştığımız mottolardan birisi de ‘’Yazmazsam delirirdim!’’ Sizce bu durum nasıl değerlendirilmeli, siz de yazmasaydınız delirir miydiniz? Elbette delirmezdim. Orta yaşlarıma kadar kalemi elime almamıştım. Normal bir hayatım oldu. Yazmaya başladıktan sonra da aynı şekilde devam ediyorum. Sonuçta sevdiğimiz bir işi yapıyoruz ama öz itibariyle bir kavaftan ya da sıhhi tesisatçıdan farkımız …

röportaj: Dilara Yiğit

Yazarlar arasında sıkça karşılaştığımız mottolardan birisi de ‘’Yazmazsam delirirdim!’’ Sizce bu durum nasıl değerlendirilmeli, siz de yazmasaydınız delirir miydiniz? 

Elbette delirmezdim. Orta yaşlarıma kadar kalemi elime almamıştım. Normal bir hayatım oldu. Yazmaya başladıktan sonra da aynı şekilde devam ediyorum. Sonuçta sevdiğimiz bir işi yapıyoruz ama öz itibariyle bir kavaftan ya da sıhhi tesisatçıdan farkımız yok ki. Siz,  “Bugün hiç körtapa takamadım,” diye eli ayağı titreyen usta gördünüz mü? 

‘’Rüzgârın Hatıraları’’ adlı film ile beraber senaryo yazarlığı da yaptınız. Buradan hareketle sinema ve edebiyat arasında nasıl bir bağ kuruyorsunuz? 

İki filmin senaryo yazım sürecine katıldım. Bu işten çıkardığım sonuç, hiç bana göre olmadığı oldu. Ama sinemacılar zaten edebiyatı çok sıkı takip eden ve ondan ilham alan insanlar. Ayrıca hikâye anlatma konusunda çoğu edebiyatçıdan da daha yetenekliler. 

‘’Eyvah! Babam Şiir Yazıyor, Annem ile Uzayda’’ ve ‘’Neşeli Günler’’ adlı eserlerinizle beraber çocuk edebiyatında da yer aldınız. Çocuk edebiyatı üzerine yönelmenizi sağlayan sebepler neydi? 

Yetişkin edebiyatını sadece yetişkinler okur. Ama çocuk edebiyatı hem çocuklar hem de yetişkinler için yazılır aslında. Sıkı okurlar çoğu zaman ikisini de bir şekilde izler. Okuru olduğum alanda yazmak istedim. Üstelik çocuk edbiyatı daha zorlu bir alandır yani biraz da yazarlığımı zorlukla sınamayı düşündüm. Üstüne bir de baba oldum. Kızımla aramızda başka bir bağ daha kurulsun diye düşledim. 

Toplumsal problemlere, siyasi ve politik meselelere değinen öyküler kaleme aldınız. Geniş çaplı bir şekilde ele aldığınız bu konuları işlerken kendinizden izler bıraktınız mı? 

Biraz kül, biraz duman. O benim işte. 

Katılmış olduğunuz bir söyleşide, romancılığın sınıfsal olduğunu ve 8-5 memur mesaisi ile çalışan birinin romancı olmasının zor olduğunu belirttiniz. Sizce kimler roman yazmalı, roman yazmayı nasıl bir sınıfa atfediyorsunuz? 

Yanıtım galiba yanlış anlaşılmış. Edebiyat herkesin hakkı hatta en çok çalışan sınıfların. Ama bunu yapmak için “boş zamana” da ihtiyaç var. Yani çalışan sınıflar insan gibi yaşayıp ölmek için kendilerine ait zamana sahip olmalılar. Şu anda bu hakka sahip olanlar zenginler… 

Teknolojinin yaratmış olduğu değişimi hemen hemen her alanda görebiliyoruz. Bununla beraber e-kitap, sesli kitap veya farklı türlerdeki dosya boyutları da hayatımızda yerini alıyor. Teknolojinin bu yönünü edebiyatın değişimi, dönüşümü açısından nasıl değerlendiriyorsunuz? 

Kitabın yerini tutmaz başka bir araç. Lakin şöyle bir durum var. Dünya giderek bir hammadde krizine yuvarlanıyor ve kâğıt da kıt ve pahalı hammaddeler arasında yerini aldı. Bu giderek ağırlaşan bir süreç olacak gibi. Dünya kapitalist sistemi yeni durumlara uygun kültürel alanı da düzenler. Yani çok uzun olmayan bir gelecekte, e-kitap ve sesli kitap gibi uygulamalara toplumun alıştığı, uyum sağladığı ve normal kitapların sadece zengin evlerinde bir koleksiyon malzemesi olarak kaldığı zamanları de görebiliriz. 

‘’Deli İbram Divanı’’ roman türünde yazdığınız ilk yapıt. Fakat bu zamana kadar eşsiz öykülerinizle edebiyat sahnesinde yerinizi aldınız. Önümüzdeki süreçte öykülerinizi tekrar görebilecek miyiz, yoksa bir roman yazarı olarak mı karşımıza çıkacaksınız? 

Sadece hikâyeler yazıp anlattığım için benim için edebiyat yapmanın formu değişmedi. 

2019 yılında yayımlanan ‘’Varamayan’’ adlı eseriniz ‘’Yılın En İyi 50 Kitabı’’ arasında yer aldı. Kitabın ilk sayfalarında ‘’Herkes aynalarından bir sonsuzluk öğrenir.’’ sözüne rastlıyoruz. Bu söz bizim için ne ifade etmeli? 

Bu önemli bir şairin, Osman Konuk’un dizesi. Şairin sözlerini bir düzyazıcı açıklayamaz. Kalbinize sormalısınız. 

Vermiş olduğunuz bir röportajda zihninizde fotoğraflar, kokular, sesler ve ödünç anılar biriktirdiğinizi belirtmişsiniz. Bir öykü için gerekli malzemeler sadece bunlar mı, temel dayanağımız ne olmalı? 

Her yazan için değişir. Genç arkadaşlar için önerim tek dayanakları daha önce yazılmış iyi metinler olmalı. Kendi yollarını kendileri açabilirler. 

Son eserinizle beraber denizciliğe büyük bir ilgi duyduğunuzu hatta bu durumun amatör kaptan ehliyeti almaya kadar vardığını gördük. Denizciliği daha yakından tanımak edebi açıdan size neler kazandırdı? 

Hiç bilmediğim bir konuyu anlamaya ve öğrenmeye çalışmak gibi bir meydan okumaya kalktığım için özgüvenim arttı. Başarıp başaramamaktan önce cesaret etmek önemli bir eşikti benim için. 

Pek çok eserinizde tarihi konuları ele aldığınızı görebiliyoruz. Bugün size bir şans verilse hangi yıla dönmek ve hangi olaylara canlı bir şekilde tanık olmak isterdiniz? 

Şimdi en merak ettiğim konu 1920’li yıllar. O yılları ve o yılların insanlarını yakından anlamak ve tanımak için bir süreliğine tanık olmak isterdim. 

Bültenimize Katılın

Bu yazıyı beğendiniz mi? Aylık bültenimize bayılacaksınız.

Sanat Duvarı

Sanat Duvarı

Yorumlar

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir