Join the Club

Get the best of Editoria delivered to your inbox weekly

Erkan Sever: Başarılı Değil Mutlu Olmayı Seçmelisin

röportaj: Dilara Yiğit, Eylül GiriftinoğluTiyatro eğitimini tamamladıktan sonra İstanbul Şehir Tiyatroları’nda sanat hayatına başladı. Kamera karşısına geçerek kariyerine yeni bir boyut kazandıran Sevgili Erkan Sever ile deneyimleri ve tavsiyeleri üzerine konuştuk. Kıymetli cevapları için kendisine teşekkür ederiz.  Dokuz Eylül Üniversitesi’nde tiyatro eğitiminizi tamamladıktan sonra oyunculuk kariyeriniz başladı. Bize tiyatro ve mesleğinizle olan ilişkinizden bahseder misiniz?Bir insanın …

röportaj: Dilara Yiğit, Eylül Giriftinoğlu

Tiyatro eğitimini tamamladıktan sonra İstanbul Şehir Tiyatroları’nda sanat hayatına başladı. Kamera karşısına geçerek kariyerine yeni bir boyut kazandıran Sevgili Erkan Sever ile deneyimleri ve tavsiyeleri üzerine konuştuk. Kıymetli cevapları için kendisine teşekkür ederiz.  

Dokuz Eylül Üniversitesi’nde tiyatro eğitiminizi tamamladıktan sonra oyunculuk kariyeriniz başladı. Bize tiyatro ve mesleğinizle olan ilişkinizden bahseder misiniz?

Bir insanın ‘’Ben oyuncu olacağım’’ deyip mesleğe başladığını çok görmedim açıkçası. Oyunculuk özellikle çocukluktan itibaren bireyin kendini keşfetmesiyle ilgilidir. Ben de açıkçası dedemden görüp bunu keşfettim diyebilirim çünkü dedem ailenin meddahı gibiydi. Eski evleri düşünün mesela soba yanıyor, üstünde kestaneler kavuruluyor, meyveler yeniyor… O sırada dedem bize anılarını, hikayelerini çok komik bir şekilde anlatırdı. Tabi bunların üstüne sürekli bir şeyler katardı. Tıpkı Zihni Göktay gibi. Zihni Göktay üstadımız bir olay yaşasa bile onu komik hale getirmeden anlatmaz. Aynı şekilde dedem de bunu yapıyordu. Dedem aslında fırıncıydı ama böyle bir karakteri vardı. Biz gülmekten yerlere yatardık. Bunların hepsi hafızamda bir yer edindi. Daha sonra öğrencilik yıllarımda küçük küçük roller almaya başladım. Lisedeyken bu istek çok arttı, ardından Dokuz Eylül Üniversitesi’nin sınavlarına girmeye karar verdim ve tiyatro eğitimime başladım. Fakat o zaman ‘’mutlaka oyuncu olmalıyım’’ düşüncesiyle bir dönem yaşadığımı hatırlamıyorum. Olayların akışıyla beraber hayat beni buraya getirdi diyebilirim.  

1996 yılında İstanbul Şehir Tiyatroları’nda yerinizi aldınız. Sizi İzmir’den İstanbul’a getiren en önemli sebep neydi?

O zamanlar İzmir’de çok fazla tiyatro topluluğu ya da özel tiyatro yoktu. Sadece devlet tiyatrosu vardı ve sınavlarına Ankara’da giriliyordu. İzmir, Ankara, İstanbul gibi iller maalesef sınav açmıyordu. Genellikle Erzurum, Sivas ve Konya gibi iller sınavla alım yapıyordu. Ben de şansımı İstanbul Şehir Tiyatroları’nda denemek istedim. Ayrıca televizyon sektörünün büyük bir kısmı da İstanbul’daydı. O yüzden devlet tiyatrosu yerine şehir tiyatrosuna girmeye karar verdim. 1996 yılından beri İstanbul Şehir Tiyatroları’ndayım. Fakat biliyorsunuz EYT diye bir şey çıktı ve geçen ay emekli oldum ancak tiyatronun ve oyunculuğun emekliliği yoktur. Bu mesleği hayatımızın sonuna kadar yapabiliriz. Oyunculukta yaş aldıkça tecrübe ediniyorsun, mesleği daha iyi tanıyorsun, insanları anlıyorsun ve zaman içerisinde olgunlaşıyorsun. Bu çok daha güzel bir tat veriyor oyuncuya. 

Az önce devlet tiyatroları yerine şehir tiyatrolarını tercih ettiğinizi belirttiniz. Tercihinizin temel sebebi neydi? 

Açıkçası hiç bilmediğim bir yerde bu mesleği yapmak bana birazcık ürkütücü geldi. Okurken de İzmir’in dışına çok çıkmadım. İstanbul’a geldiğimde de arkadaşlarım ve yakın akrabalarım olacaktı. Ayrıca sanatın merkezi de İstanbul’du. Erzurum’a ya da Sivas’a gitseydim zorunlu hizmet süresi vardı. Ben de bu dönemi İstanbul’un sunduğu farklı imkanlardan faydalanarak geçirmeye çalıştım. 

Televizyon, sinema demişken kamera karşısına geçerek sahnenin dışına çıktınız. Sahneyi mi yoksa beyaz perdeyi mi daha çok seviyorsunuz? Farklı bir alanda yer almak size neler kattı?

İkisi arasında bir tercih yapamam. Hiçbir çocuğunuzu diğerinden ayıramazsınız, bu da onun gibi bir şey. İkisinin de heyecanları farklı. Bir tiyatro oyununa hazırlanırken heyecanınızı bir süre sonra aşıyorsunuz. Ancak bir dizide, sinemada bu öyle değil bu yüzden televizyondaki heyecan biraz daha fazla oluyor. Güzel taraflarından biri de milyonlarca insana ulaşıyorsunuz, birçok kişi sizi izliyor. Bunu bilmek de ayrı bir keyif veriyor. Bir de ülkemizde tiyatronun getirisi maalesef çok yüksek değil. Özel tiyatrosu olan arkadaşlarımı tebrik ediyorum, çok zor ve kıymetli bir iş yapıyorlar. Tiyatroya kıyasla dizi ve sinemanın getirisi çok daha fazla. Bundan sonraki plan ve programlarımızı buna göre değerlendireceğiz. 

Tiyatroda rollerin biraz daha sabit kaldığını ama dizide bunun bir değişim içerisinde olduğunu belirttiniz. Şu ana kadar kendinizi yakın hissettiğiniz bir rol oldu mu? 

Oyunculuk aslında ‘’yarı delilik’’ hali denebilir. Bir insandan başka bir insan olmasını istiyorsunuz. Bakıldığında bu çok normal değil ve çok kolay bir şeymiş gibi algılanıyor. Tanımadığınız bir insanın gülüşünü, yürüyüşünü, davranışlarını yansıtabilmek çok zor. Dolayısıyla oyunculuk çok kolay bir meslek değil ve oyuncuların çok normal kişiler olmasını beklemek de doğru değil. Mesela sadece yürürken bile rolümü düşünüyorum ve karşıdan gören biri herhalde ‘’deli’’ der. Bir kafede otururken, senaryoyu canlandırırken ya da Moda Sahili’ndeyken gizli gizli düşünürüm rolümü. Kim bilir o anda farkında olmadan neler yapıyorum. Bu aslında benim için çok doğal bir şey. Dolayısıyla oyunculuk biraz daha farklı ve özel bir meslek. Bu anlamda kendinizi tek bir role yakın hissetmek biraz zor. Hikayesi anlatılan hiçbir insanın sıradan bir tarafı yoktur. Yaşam öykülerine baktığımızda inişli çıkışlı bir olay örgüleri var. İnsanlar zaten bu tip hikayeleri merak ediyorlar. O yüzden Kızılcık Şerbeti gibi bir dizi yüksek reytingler alıyor. Bunların doğrultusunda Güzel Köylü’deki ‘’Muhtar Niyazi’’ benim için kendimi yakın hissettiğim bir roldü. Gerçekten adaletli bir karakterdi ve ben de hayattaki önemli şeylerden birinin hak ve adalet olduğunu düşünüyorum. Aynı zamanda çok yavuz ve zeki bir adamdı. 

Kızılcık Şerbeti’nin çok yüksek reytingler aldığını belirttiniz ama burada sadece hikâyenin etkisi yoktur diye tahmin ediyorum. Artık sosyal medya diye bir gerçek de var ve dijital dizi-film platformlarına olan talep de arttı, muhakkak farklı etkenler de vardır. 

Bir işin tutması ‘’Hadi deneyelim. Olursa olur, olmazsa batarız.’’ demekle olmuyor. Dolayısıyla bir işi tutturmak gerçekten büyük bir mucize. Aslında her şey bir fikir. Elon Musk bile küçük bir fikirden şu anda gördüğümüz yere kadar gelmiş. Bunun pek çok örneği var ve bunların hepsi aslında küçük birer fikir. Her şey bu fikirlerden ortaya çıkıyor. Kanserin ilacı birden oluşmuyor, uzaya araç göndereceksem bu bir anda olmuyor. Bir fikir oluşuyor ve bu fikir sayesinde etrafımda bir sürü insan toplayabiliyorum. Dizi ve film işi de biraz buna benziyor. Fikrin senaryoya dökülmüş hali iyi olmalı. Senaryoyu yöneten kişi ve onu sergileyen oyuncuların da başarılı olması gerekir. Bunların hepsinin bir araya gelmesi çok kıymetli. Bazı projelerde bunlar kendiliğinden olur bazen de bunların tamamını seçerek belirlerler.      

Sanat yaşamınız boyunca pek çok ödüle layık görüldünüz. Alanınızda önemli bir ödüller elde etmek size neler hissettirdi? Tüm bunların kariyerinize yansımaları oldu mu?

Tabi ki yaptığınız meslekte bir ödül almanız çok gurur verici. Bu kariyerinizde önemli bir noktaya geldiğinizi gösterir. İstanbul’da verilen çoğu ödül böyledir. Bunu iki defa yaşama fırsatım oldu. Biri 2011’de ‘’Günlük Müstehcen Sırlar’’ diğeri de 2013 yılında ‘’Ocak’’ oyunuyla oldu. Çok heyecan verici ve özeldi. Herhalde insanın hayatında kariyerini anlam katan önemli gelişmelerden biri ve istisnasız etkisi de oluyor.  

Şu anda devam eden projeleriniz var mı? Gerek tiyatro gerekse televizyonda sanatseverleri neler bekliyor? 

Dediğim gibi İstanbul Şehir Tiyatrosu’ndan çok yeni emekli oldum. Sanırım bir süre tiyatro yapmam, biraz özlemem gerekiyor çünkü 27 yıl tiyatro yaptım. Dizi ve sinema yapmaya devam edeceğim. Şu sıralar sadece gelen teklifleri değerlendiriyoruz. Tabi bu da bir anda olmuyor. Projeye ve rollere bakarak değerlendirmelerimizi yapıp karar veriyoruz. Belki Ocak ayında bir projeyle seyircilerin karşısında oluruz. 

Yıllardır sanatsal anlamda çalışmalarınızı sürdürmektesiniz. Sizce, tiyatro başta olmak üzere toplum sanattan nasıl etkileniyor veya etkiliyor?

Aslında ikisi de birbirinden etkileniyor çünkü toplumsal olaylar olmasa senaryolar ve oyunlar olmaz. Mesela İkinci Dünya Savaşı’nı gördük ve yaşadık. Böyle bir olayın sonucunda da bir sürü olay, film ve oyuncular çıktı. Bertolt Brecht tiyatroda, Steven Spielberg ise sinemada çok büyük çalışmalar yaptılar. Bütün dünya halkı da bunu izledi. İkisi de karşılıklı bir etkileşim içerisinde.  

Hala Şehir Tiyatroları’nda çalışmakta ve mesleğinizi icra etmektesiniz. Genç meslektaşlarınıza verebileceğiniz tavsiyeler var mı?  

Eskiden sadece tiyatro okulları ve sahnesi vardı. Onun üstüne diziler, filmler eklendi. Şimdi onun da üstüne dijital platformlar eklendi. Artık herkes kendi filmini ve dizisini çekebiliyor. Her şey çok değişti diyebilirim. Dolayısıyla şunu söylemek isterim, hayatın boyunca başarılı değil mutlu olmayı seçmelisin çünkü mutluysan başarılısındır. Fakat sadece başarılı olmayı seçersen, tek bir başarısızlığında çok üzülürsün. Yaptığın her ne ise başarılı ya da meşhur olmayı hedefleme. Severek yaptığın bir işte hedefin mutlu olmak olsun. Böylece hem mutlu hem başarılı hem de insanlara güzel bir örnek olursun.  

Bültenimize Katılın

Bu yazıyı beğendiniz mi? Aylık bültenimize bayılacaksınız.

Sanat Duvarı

Sanat Duvarı

Yorumlar

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir