Yazı: Melisa Güller Yediden yetmişe hikayelerini hemen herkesin okuduğu Sait Faik Abasıyanık’ın asıl hikayesi, henüz pek çok kişi tarafından okunmamış; adını Türkiye’de yaşayan herkes biliyor ama yazılarının ilhamını bilen sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Halbuki yıllardır nesilden nesile okutulan hikayelerinin ardındaki asıl hikaye, en az Semaver ya da Son Kuşlar kadar etkileyici. 1906’da bir Kasım …
Yazı: Melisa Güller
Yediden yetmişe hikayelerini hemen herkesin okuduğu Sait Faik Abasıyanık’ın asıl hikayesi, henüz pek çok kişi tarafından okunmamış; adını Türkiye’de yaşayan herkes biliyor ama yazılarının ilhamını bilen sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Halbuki yıllardır nesilden nesile okutulan hikayelerinin ardındaki asıl hikaye, en az Semaver ya da Son Kuşlar kadar etkileyici.

1906’da bir Kasım günü, kendisi ilkokul yıllarında iken ayrılacak olan bir Mehmet Faik ve Makbule çiftine, Adapazarı’nda gözlerini açan Sait-ki asıl adı Mehmet Sait’tir- ömrünün büyük bir çoğunluğunu yazarak geçirdi. Şiir yazdı, hikaye yazdı, yazdı, yazdı ve yazdı. Yazdıkları zaman zaman başına iş açmadı da değil tabii ki; Çelme isimli hikayesi “askerlikten soğutma” gerekçesiyle davalık olmasına sebebiyet verdi. Davadan beraat etmiş olsa da yaşadığı süreç annesinin yazarlığı adına başına bela olması üzerine üzüntü duymasına neden oldu. Orhan Veli Kanık ise, bu durum hakkında yapılması gereken en iyi yorumu yaptı Abasıyanık’a yazdığı mektubunda:
“… bu arada Çelme hikâyesini buldum ve okudum ve başına bu işi açanlara küfrettim. Harika hikâye azizim.”

Bu olaydan sonra çıkardığı yeni kitabı Medârı Maişet Motoru da asılsız suçlamalar sebebiyle “yasaklandı” ve toplatıldı. Sait Faik Abasıyanık, fikirleri ve sözleri ile korkması gerekenlere korku saçan- hem de bunu çoğu zaman istemeden yapan yazarlardan biri oldu.
Bugün hala ziyarete açık olan ve odalarında sanki hala ruhu dolanan Burgazada’daki güzel evinde hikayelerinin çoğunu kaleme aldı. İçti, yazdı; çok içti, çok yazdı.
Ölümün yatağında, son günlerini “yaşarken” bir istekte bulundu Sait Faik Abasıyanık; aşık olduğu adam ile vedalaşabilmek.
Aşık olduğu Rum oğlan askerlik yaparken, Şakir Eczacıbaşı’nın da yardımlarıyla özel izin alarak Sait Faik’i ziyarete geldi. İki aşık hoşça kal diyebildiler birbirlerine. Sait Faik Abasıyanık sevdi birini; bir adamı, bir kadını. İnsanı sevdi Sait Faik, bir insanın yapması gerektiği gibi.

Yokmuş gibi davrananlara inat, aşkları yalanmış, yanlışmış gibi davrananlara inat sevdi Sait Faik Abasıyanık. Çok da güzel sevdi. Her hikayesi anlatılıp da bu hikayesi, belki de en güzel hikayesi, aşk hikayesi anlatılmayınca vicdan azabı duyuyor insan; bilinsin ki Sait Faik Abasıyanık vardı. Ve aşıktı. Ve şu sözleri yazdı:
“Yasakları kabul ettik. İnsanoğlu için yasaklı hayvanlar da diyebiliriz. Mikroplar bile birer yasak değil mi? Aşklar yasaktır. Gün olur, sular, yemişler bile yasaktır. İnsanlar birbirine yasaktır. Canım çekiyor diye öpemem seni güzel çocuk! Canım çekiyor diye giremem sana deniz, göğsüm zayıftır; doktor yasağı. Canım çekiyor diye içemem: körkütük oluncaya kadar, aklı boğuncaya kadar: karaciğer yasağı. Canım çekiyor diye bir vapura binip Haydarpaşa’ya, oradan tabana kuvvet Van’a kadar gidemem. Yollarda geberirim… Çarşıya inemem. Çarşıyı Allah kahretsin.”

Çok genç yaşta, daha 47’sinde, annesinden tam dokuz yıl önce dünyaya gözlerini yummasına sebep olan hastalığı ile boğuştuğu yıllarda en iyi ve en çok satan eserlerini yazdı Sait Faik. Şu kısacık ömründe kendisi dışında Türkiye’den yalnızca Mustafa Kemal Atatürk’e verilen Mark Twain Cemiyeti’nde onur üyeliğine sahip olmayı başardı.
Sait Faik Abasıyanık, 47 yılda yaşadığı toprakların gördüğü en iyi yazarlardan biri olmayı başardı.
“Yalnızlık dünyayı doldurmuş.
Sevmek,bir insanı sevmekle başlar her şey. Burada her şey bir insanı sevmekle bitiyor.”