Join the Club

Get the best of Editoria delivered to your inbox weekly

İstanbul Özlemi Çekenlere İlaç Niyetine

Yazı: Nisan KapucuAnlat İstanbulBir İstanbul gecesinde tüm masal kahramanlarının hayatlarının nasıl kesiştiğini izletir bize. Oyuncu kadrosu ve konu her ne kadar mutlaka izlemeliyim dedirtse de sahnelerin değişme hızına ayak uydurmanın bir o kadar zor olduğunu da söylemek gerekir. İzlemeye başlandığında ilk tanıdığımız karakter Klarnetçi Hilmi’dir. Fareli Köyün Kavalcısı ile tek ortak özelliği ise üflemeli bir …

Yazı: Nisan Kapucu

Anlat İstanbul

Bir İstanbul gecesinde tüm masal kahramanlarının hayatlarının nasıl kesiştiğini izletir bize. Oyuncu kadrosu ve konu her ne kadar mutlaka izlemeliyim dedirtse de sahnelerin değişme hızına ayak uydurmanın bir o kadar zor olduğunu da söylemek gerekir. İzlemeye başlandığında ilk tanıdığımız karakter Klarnetçi Hilmi’dir. Fareli Köyün Kavalcısı ile tek ortak özelliği ise üflemeli bir çalgı çalması değil, derbeder İstanbullular’ı klarnetinin büyüsüyle peşinde yürütmesidir.,

Sonra karşımıza Pamuk Prenses çıkar. Bir mafya babasının kızı olan İdil; babasının kaybı neticesinde metresi ve şoföründen kaçmaya çalışırken ucu açık fakat tahmin edilebilir bir yola çıkar. Bu yolda takip ettiği kişi ise bir cücedir. Bu noktada en çok etkileyen detaylardan birisi de bu cücenin hayatıdır. Ailenin 8. Cüce doğan çocuğudur. Kız olduğu için sokaklara atılması, kız cücenin 7 erkek kardeşinin arkasından salladığı küfürler bize o sahnede birbirinden bambaşka hayatlar yaşamış iki kişiyi hayatın nasıl da metro inşaatlarından geçirdiğini gösterir.

Gece vakti yine kalbi kırık olan Külkedisi ise aslında cinsiyet değiştirme ameliyatı olmuştur. Bir ayakkabıcıda bulduğu aşk ise onu İstanbul’dan kaçma noktasına gelmiştir. Komşusu Mimi sayesinde yaşadığı yerden kaçmayı başarsa da kendini yine de gün doğumunda kavalcının peşinden sürüklenen o derbederler arasında bulur.

Askerliği bittikten sonra İstanbul’a çalışmaya gelen bir Kürt genci gece sokakta oradan oraya dolaşırken  görkemli bir köşk görüp içine dalıverir. Şansına şizofreni hastası Uyuyan Güzel orada kalmaktadır. Tek başına, ailesinden hayatta olmayanların tablolarıyla birlikte yaşayıp gitmektedir. Memleketinden gelen Musa’nın karnını doyurur ve ona yüklü miktar paralar verir. Çünkü Musa büyük dedesinin tıpkısının aynısıdır ve konuştuğu dil Saliha’ya yabancı geldiği için onu ölülerin lisanıyla konuştuğunu sanar. Abisi Recai geldiğinde evi satmak için Saliha’yı ikna etmeye çalışsa da o da Musa’yı görünce korkudan bayılır.

Şahsen en çok etkileyen kısım burada başlıyor. Kırmızı şapkalı kızın bu kez kolunda yemek sepeti yerine, bir kız evlat var. Hiç vakit kaybetmeden Almanya’ya dönmek üzere havaalanına geliyorlar. Filmde havaalanının içi tehlikelerle, kötü adamlarla, iyilik yapma görüntüsü verip kuyu kazanlarla dolu bir ormanı çağrıştırıyor. Yaşlı ve kötü kurt yerine, kızın aşık olduğu uyuşturucu kaçakçısı adamın örgütlediği bir “kötü gazeteci” adam var.

‘’Uyanın! Herkes uyansın. Yalan bunlar yalan, masal hepsi. Aşklarınız, meşkleriniz, eviniz hepsi yalan. Uyuyorsunuz, uyutuyorlar sizi. Gelin gidelim burdan, gidelim! Uyanın, uyanın millet burası bize göre değil. Bambaşka bir memlelete gidiyoruz…’’

Klarnetçi Hilmi bu isyanıyla tüm yaralı İstanbullular’ı peşinden sürükler ve gün doğumunda kaybolur gider.

Masalların sonunda duymaya alışık olduğumuz ve aslında o sonu duyunca tatmin duygusu yaşayacağımız bir “Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine…” anlatımı ile karşılaşmıyoruz. Kötü adamların yaptıkları yanlarına kar kalıyor, iyi adamlar da kalp kırıklıklarına doymuyorlar. Bu da yaşadığımız hayata benziyor. Filmin beş farklı yönetmen ile çekilmesi ise belki de filmden kopulan noktayı izleyiciye çok iyi açıklıyor; beş farklı göz fakat tek bir anlatı…

Ah Güzel İstanbul

Sadri Alışık’ın canlandırdığı Haşmet İbriktaroğlu, ezelden beri İstanbul’ludur. Dedelerinden kalan mirası önce babası sonra kendisi har vurup harman savurmuştur. Paralar bittiğinde ise ne bilgi birikimini, ne iyi çevresini paraya dönüştürmeyi düşünmemiştir. Sonuçta, seçeneksizlikten değil, tercihen seyyar fotoğrafçılığa başlamıştır. Hırsla çalışmanın, kariyer yapmanın, gösterişin, yalanın yüceltildiği bir toplumda kıyıda köşede kalarak varlığını sürdürür. Ayşe hayatına girdiği andan itibaren ise Haşmet kaçtığı, daha doğrusu ilişmediği şeylerin orta yerinde bulur kendini.

Ayşe, İstanbul’a artist olma hayaliyle gelmiştir İzmir’den. Patavatsızlığıyla, görgüsüzlüğüyle bile; her haliyle sempatik bir karakterdir. İyi ve kötü ayırdı yapamayacak kadar saf bir o kadar da tutkuludur hayallerinde. Artist olmak için fotoğrafa ihtiyacı vardır. Bu yüzden de oturur Haşmet’in objektifinin karşısına ve ‘’artistik’’ pozlar verir.

Haşmet, Ayşe’nin kandırıldığını anlayarak ona sahip çıkar. Aslında genelev olarak kullanılan Medeniyet Pansiyonu’ndan kurtarır onu. Film sözünü bu kadar dolaysız söylemekten hiç çekinmez; evet, kızların artist olma umuduyla girip fahişe olarak çıktıkları yerin adı medeniyettir. Alaturka bir beyefendinin saf bir yoksul kızı ‘’medeniyetin’’ elinden kurtarmasıyla başlar bütün hikâye.

“Ah ihtiyar medeniyet, çocuklarına sağlam yepyeni bir dünya kurmaktan bunca aciz misin?”

İstanbul bir fon değildir bu filmlerde, bir karakterdir. Fakat mücadele eden değil mücadele edilen bir karakterdir.

Bültenimize Katılın

Bu yazıyı beğendiniz mi? Aylık bültenimize bayılacaksınız.

Editör

Editör

Yorumlar

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir