Yazı: Zeynep Canik"Belki de, az çoktan fazladır."Hakan Günday’ın 2011 yılında yayınladığı “AZ” adlı kitabı, 11 yaşında bir tarikat şeyhinin oğluyla evlendirilen korucu kızı Derdâ ile hapisteki bir gaspçının aynı yaştaki oğlu “mezarlık çocuğu” Derda’nın bir mezarlıkta kesişen hayatlarının bu iki çocuğu kırk yıl boyunca her tür şiddetle yontup birbirlerine hazırlayışının ve bu iki çocuğu birleştirmesinin …
Yazı: Zeynep Canik
“Belki de, az çoktan fazladır.”
Hakan Günday’ın 2011 yılında yayınladığı “AZ” adlı kitabı, 11 yaşında bir tarikat şeyhinin oğluyla evlendirilen korucu kızı Derdâ ile hapisteki bir gaspçının aynı yaştaki oğlu “mezarlık çocuğu” Derda’nın bir mezarlıkta kesişen hayatlarının bu iki çocuğu kırk yıl boyunca her tür şiddetle yontup birbirlerine hazırlayışının ve bu iki çocuğu birleştirmesinin hikâyesi. Şiddetle dolu, şiddetli bir konunun, şiddetli anlatımıyla…
“…Bütün kızların mutlu olduğu bir kitap. Ama sadece bir kitap. Hatta dünyanın en aptal ve en yalancı kitabı!..
Fısıldadı: “Allahım, inşallah rüyamda ölürüm.”
“Uykumda” diye düzeltecekti ki, içinde yattığı tekne sessizce uykuya battı. On bir yaşındaydı.

Filtrelerinden arındırılmış kapkaranlık bir manzara karşılıyor bizi burada. Aynı yazarın öteki eserlerinde de olduğu gibi konusu; konuşmaktan, hatta düşünmekten dahi kaçınılan konulardan seçilmiş. İki karakterimizin hayat hikayelerine de ayrı ayrı değinen kitapta, karakterlerimizden biri Derdâ adında, 11 yaşında, sado-mazo bir adamla evlendirilen bir çocuk gelin. Öteki karakterimiz ise ilk karakterimizle aynı adın şapkasızına sahip, Derda adında bir “mezarlık çocuğu”. Mezarlığın yanındaki gecekondulardan birinde annesiyle yaşayıp, mezar sulayarak para kazanıyor.

“Çocuk dediğin, ölümü öğrenince büyür, gibi bir cümlenin de bu mezarlıkta bir anlamı yoktu. Çünkü eğer ölümü öğrenince büyüyorsa, mezar temizleyerek para kazanınca ne oluyordu? Altı yaşındakiler ya da duvardan atlamak için Süreyya gibi boyunun uzamasını bekleyenler? Onlar ne kadar büyümüş olacaklardı? Belki de büyüyemeden ölmüş sayılmalılardı.”

Karakterlerimizi çocukluklarından yetişkinliklerine kadar neler yaşadığını okuyarak tanıyoruz ve Oğuz Atay hayranı olduğunu bildiğimiz Günday’ın bu hikayeye onu nasıl güzel bir biçimde kilit noktası olarak yedirdiğini görüyoruz. Kitabı okurken; çocuk gelinlerden, mezarlık çocuklarına üstünü örtmenin daha kolay geldiği pek çok konunun örtüsünü çekiyoruz.

Fark ettiğiniz üzere Hakan Günday “Keyifli bir gün geçireyim, alayım çayımı, kitabımı kafamı dağıtayım.” Mantığıyla okuyabileceğiniz bir yazar değil. Arzunuz böyle bir okuma yapmaksa, yavaşça başka seçeneklere bakmanızı öneririm. Çünkü onun kitaplarında sizi, yukarıda anlattıklarımdan da tahmin edeceğiniz gibi, kan donduran gerçekler karşılar. “İnsanı ısıran ve sokan kitaplar okumalıyız, okuduğumuz kitap bir yumruk indirerek bizi uyandırmıyorsa ne işe yarar.” demiş Kafka. Günday da böyle bir mantığı benimsemiş olacak ki, her kitabında biz okurlarını nakavt etmekten geri durmuyor. Kitaba daha fazla değinmeden, sizi Hakan Günday’ın kalemine bırakıyorum. Sarsıcı bir okuma dilekleriyle, kitapla kalın.

“Sen de fark ettin mi? Az dediğin küçük bir kelime. Sadece A ve Z. Sadece 2 harf. Ama aralarında koca bir alfabe var. O alfabeyle yazılmış on binlerce kelime ve yüzbinlerce cümle var. Sana söylemek isteyip de yazamadığım sözler bile o iki harfin arasında. Biri Başlangıç, diğeri son. Ama sanki birbirleri için yaratılmışlar. Yan yana gelip de birlikte okunmak için. Aralarındaki her harfi teker teker aşıp birbirlerine kavuşmuş gibiler. Senin ve benim gibi.”