Join the Club

Get the best of Editoria delivered to your inbox weekly

Mecit Güven: Senaryo işin ruhu, yönetmenlik ise o ruhu üflemek. 

Röportaj: Ümmü Gülsüm Dural, Eylül Giriftinoğlu Başta TRT olmak üzere pek çok kanalda yönetmen ve senarist olarak yer alan; Tarihin Efsaneleri ve Savaşın Efsaneleri gibi çok sevilen belgesellerin yaratıcısı ve yönetmeni olan sevgili Mecit Güven ile on yılı aşkın birikimi ve tecrübeleri üzerine konuştuğumuz bu keyifli söyleşi için kendisine teşekkürlerimizi sunuyoruz. Medya sektörüne nasıl adım …

Röportaj: Ümmü Gülsüm Dural, Eylül Giriftinoğlu

Başta TRT olmak üzere pek çok kanalda yönetmen ve senarist olarak yer alan; Tarihin Efsaneleri ve Savaşın Efsaneleri gibi çok sevilen belgesellerin yaratıcısı ve yönetmeni olan sevgili Mecit Güven ile on yılı aşkın birikimi ve tecrübeleri üzerine konuştuğumuz bu keyifli söyleşi için kendisine teşekkürlerimizi sunuyoruz.

Medya sektörüne nasıl adım attınız?

Medya sektörüne sözlüklere yazı yazarak dijital medyayla başladım. Yazılarımı beğenen bir arkadaşım beni senaristliğe teşvik etti ve kariyerime çizgi film senaryosu yazarak başladım.

Senaristlikten yönetmenliği geçiş süreciniz nasıl oldu?

Senaristlik çok kıymetli ama zaman geçtikçe sadece senaryo yazmanın bana yetmediğini fark ettim. Bir süre sonra yazdıklarımı görsele dökebilmenin heyecanı beni sektör içinde başka alanlara yöneltti. Ve yeni süreçteki ilk adımım kurguya başlamak oldu. Post-prodüksiyon sürecinde kurgu ile birlikte ses-mixaj, daha sonra da renk düzenleme alanlarında da kendimi geliştirmeye çalıştım. Bu aşamalarda edindiklerim ister istemez işin yönetmenlik kısmına da geçiş yapmamı sağladı.

Senaristlikten yönetmenliğe yaptığım bu geçişin ardından şunu söyleyebilirim; Senaryo benim için işin ruhu, yönetmenlik kısmı ise o ruhu üflemekti. 

Yönetmenliğe geçtiniz ve ilk adımınızı Savaş Sanatı ile attınız. Bu tarz belgesellerin ortaya çıkışı nasıl oluyor? Yaratım sürecinden bahseder misiniz?

Bizi harekete geçirecek olan ilk kıvılcıma odaklanırız. Bu aşamada da önce ‘’Beni ne heyecanlandırıyor?’’ sorusunu sorarız kendimize. Daha sonra seyirciyi de kapsayacak şekilde ‘’izleyicinin duygularını nasıl harekete geçirebilirim?’’  sorusuna cevap ararız. Cevabı bulduğunuzda senaryo yazımı başlar. 

Sonrasını kısaca şöyle özetleyebilirim: Projeye en uygun olacak ekibi kurar ve ekipmanı edinirsiniz. Oyuncu seçmeleri, senaryo toplantıları, provalar, mekan belirleme, sahneleri tasarlama aşamalarının ardından kayıt dersiniz. Set süreci ve en son olarak da post-prodüksiyon aşaması. Yani masa başı.

Savaş belgeseli çekme fikriniz nasıl ortaya çıktı? Neden savaş?

Sağlık alanında da belgesel yaptık. Tarihte yazılmış mektuplarla ilgili de belgeselimiz var. Birçok farklı alanda belgesel yaptık özetle. Belgesel dışında da pek çok işimiz mevcut. 

Savaş belgeseline girme sebebimiz ise, Türkiye’de bu alanda iyi bir belgeselin yapılamayacağı önyargısıydı. Bu önyargıyı kırmak için ekibimizle birlikte harekete geçtik. Sıkı bir ön hazırlık sürecimiz oldu. Ardından işe koyulduk. 

Tabii ki zorlu bir süreçti. Çok hata yaptık. Eksiklerimiz de oldu. Fazlalarımız da… Dolayısıyla çok şey de öğrendik. Şu an geldiğimiz noktada ise 50’yi aşkın savaş belgeselimiz var. 

Belgesel işlerinize baktığımda tarih odaklı belgesel yaptığınızı görüyorum. Çoğunun senaristliğini de siz üstleniyorsunuz. Tarih ilginiz belgeselcilikle mi başladı?

Tarih ilgim lise yıllarıma dayanıyor. Vefa Lisesi’nde okurken tarih öğretmenimin ders anlatımındaki coşkusu ilgimi çekmişti. Sonrasında da tarihten hiçbir zaman kopmadım. Sadece akademik bir tarih kitabı okumaktan bahsetmiyorum. Romanlar özellikle… Okuduğum romanlar fazlasıyla heyecanlandırmıştır.  Kahramanların inançları, kültürleri, ekonomik yapıları veya yazarın dili kullanma becerisi beni her zaman tarihi bir yolculuğa sürükler. Aldığım bu keyif ve birikim doğal olarak dönem belgeselciliğinde de bana çok şey kattı diyebilirim.

Belgesel yönetimini; dizi ve film yönetiminden ayıran en büyük unsur sizce nedir?

Belgeselcilik, adı üzerinde belgelere yaslanmak zorunda. Dökü-drama tarzındaki belgesellerde dramatik yapıyı güçlendirmek için bazı kurgusal ilaveler yapılıyor olsa da, belli bir sınır içinde hareket etmeniz ve en nihayetinde hikayenin omurgasının kaynaklı ve teyitli bilgilere dayanması gerekiyor. 

Senaristlik, yapımcılık ve yönetmenlik yaptınız. Kariyer yolculuğunuzda size en çok tecrübe kazandıran işiniz hangisi olmuştur?

Yönetmenlik, işin estetik boyutunun, yapımcılık ise ticari kısmının başında olmak. İkisini aynı anda üstlenmek ise bambaşka zor bir deneyim. Yapımcı için projenin hangi ölçüde hayata geçeceği işin ekonomisi ile sınırlandırılır. Yönetmen ise belli sınırlar içerisinde hareket etmek, sınırlandırılmak istemez. Keza senarist için de bu durum söz konusu. Üçünü de yapmaksa aynı anda hem kaliteyi korumaya çalışacağınız hem de ekonomiyi yöneteceğiniz anlamına geliyor. Ki zaten işin zor kısmı da burada. 

Süreci daha sağlıklı yürütebilmek için son birkaç yıldır işin senaristlik ve yapımcılık kısımlarını yol arkadaşlarıma devrettim diyebilirim. Bu sayede işin daha çok sevdiğim ve bana daha çok tecrübe kattığına inandığım yönetmenlik tarafına yönelebildim.

Senaristlik, yönetmenlik, yapımcılığın size kazandırdıkları nelerdir?

Senaristlik; bir arayış… Her zaman hayalinizde olanları kâğıda dökmüyorsunuz çünkü. Çoğu zaman aramanız gerekiyor. Bazen de hayal edebilmek için arıyorsunuz. 

Hele ki eğer belgesel yapıyorsanız tarihi dokümanları araştırmanın içerisinde kaybolmak müthiş bir keyif… ve ‘işte bu’ dediğin an macera başlıyor. Artık domino taşlarını devirebilirsiniz. 

Yönetmenlik ise daha önceden de söylediğim gibi ruhu üfleme becerisi…  Senarist çoğu zaman kendiyle baş başadır. Ancak yönetmenin o ruhu üfleyebilmesi için, işin prodüksiyon ve post prodüksiyon aşamalarında yüzlerce kişiyi idare edebilmesi gerekiyor. Yönetiminin nasıl olması gerektiğinin de mutlak bir doğrusu yok. Kimi yönetmen on farklı kamera ile bir sahneye çekebilir, kimisi ise ikinci bir kamerayı sahneye sokmaz. Kimi yönetmen soğuktur, oyuncular dahil herkesle arasına bir mesafe koyar. Kimisi ise sıcakkanlıdır. Bu aşamada kendinizi en konforlu hissedeceğiniz ve işin en sağlıklı çıkabileceğine inandığınız yönetim şeklini belirlemelisiniz ki, istediğiniz sonuca ulaşabilin. 

Kendi adıma şunu söyleyebilirim. Ekipteki herkesten katkı almak kabımı ve sınırlarımı genişletmemi sağlıyor. Bu yüzden çalışma arkadaşlarımla mümkün olduğunca iyi vakit geçirmenin ve bu sayede sağlıklı diyalektik kurmanın hem projeye hem de bana çok şey kattığını düşünüyorum. En sonunda da iş hayalinizdeki gibi çıktığında aldığınız lezzeti de onlarla paylaşmayı daha doğru ve keyifli buluyorum.

Yapımcılık işin en az muhatap olduğum kısmı. İlgilendiğim kadarıyla bana kattığı ise; eldeki imkanları en iyi şekilde kullanabilme becerisi oldu. 

Yönetmenliğini yaptığınız, ‘Tarihin Efsaneleri’ isimli belgeseliniz ile mücadeleleriyle efsaneleşen tarihi kahramanların destansı hikayelerini anlatıyorsunuz.  Bu süreçte tarihi kahramanların hayatlarına dair daha çok bilgi edinmişsinizdir. Sizi çok etkileyen tarihi bir kahraman var mı?

Tomris… İlk kadın hükümdarlardan biri… Kabile denilebilecek bir topluluğu dev bir imparatorluğa yem ettirmiyor. Pers hükümdar Kiros’tan gelen aşağılayıcı ve asimile edici teklifleri reddedip bir onur savaşına tutuşuyor. Kendi gibi kadın savaşçılardan oluşan yaklaşık 4.000-5.000 kişiyi de silahlandırıp girdiği savaşta oğlunu kaybetmesine rağmen çağın en büyük hükümdarını yeniyor ve ülkesini ayakta tutmayı başarıyor. Dönemin şartları düşünüldüğünde, bir kadının bunları başarmasının kesinlikle çok etkileyici tarafları var. 

Yönetmen olma yolculuğunuzu bizlerle paylaştınız. Yönetmen olmak isteyen genç arkadaşlara tavsiyeleriniz nelerdir?

Hız artık hayatımızın ve çağımızın yadsınamaz bir parçası. Bu durumun hayatımıza pek çok katkısı olsa da, bizden götürdükleri de var. Ne yazık ki ‘durup düşünme’ tabirinin hayatımızda pek bir yeri de, anlamı da kalmadı. Yönetmen adaylarına tavsiyem kendilerine hızdan azade bazı zamanlar ayırmaları ve bu dilimlerde durup düşünmeleri. Hiçbir monitöre bakmadan, kafalarının dağılmasına izin vermeden ‘dursunlar’, ardından da sadece ve sadece düşünsünler. Her ne istiyorlarsa onu düşünsünler, sorgulasınlar, hayal etsinler, eleştirsinler ve geliştirsinler. Çünkü bu; sürekli bir standardı ortaya koyduğunuz değil, tam aksine her zaman yaratıcı olmanız ve daha iyisini üretmeniz gereken bir iş. Kendinizi hıza kaptırmanız sizi yaratıcılıktan uzaklaştıracak ve sıradanlaştıracaktır.

Teknik olarak verebileceğim tavsiye ise kulaklarını geliştirmeleri. Yönetmenlerin ve bu sektörde çalışan diğer emekçilerin genel olarak gözlerini överiz. ‘Şu şu yönetmenin gözü çok iyi’ dediklerini duyarız hep. Tabii ki kadraj bilgisi, ışık, sahne tasarımı, koreografi, kostüm, sanat ve dekor gibi konularda kendinizi geliştirmeniz çok önemli. Ancak duyduklarımızın gördüklerimizden çok daha etkili olduklarını düşünüyorum. Kendim de buna fazlasıyla önem veriyorum. Çünkü bir sahnenin ses tasarımı ne kadar iyiyse seyirci üzerinde bıraktığı etki de bir o kadar artacaktır. Bu yüzden oyuncunun ses tonundan, ambiyansa, mikrofonun aldığı sesin kalitesinden post-prodüksiyon aşamasında kullandıkları foleylere ve tabii ki müziklere kadar duydukları her şeye dikkat etsinler.  

Ayrıca kendilerine sınır koyanlara karşı çıkmalarını ve hayallerini mümkün olduğunca geniş tutmalarını öneriyorum. 

Bültenimize Katılın

Bu yazıyı beğendiniz mi? Aylık bültenimize bayılacaksınız.

Sanat Duvarı

Sanat Duvarı

Yorumlar

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir