Röportaj: Eylül Giriftinoğlu, Dilara Yiğit 17 yılı aşkın süredir başarılı bir şekilde dublaj kariyerini sürdüren Fatih Er ile seslendirme sanatı ve meslek tecrübeleri üzerine keyifli bir sohbet ettik. Kendisine bu keyifli sohbetimiz için teşekkür ederiz. Sohbetimizi podcast olarak dinlemek isterseniz, https://open.spotify.com/episode/0PvKjzicPVffhb4J0enEhr?si=83463a2fcc334aa3Seslendirme sanatçısısınız ama İşletme Fakültesi lisans bölümü mezunusunuz. Seslendirme sanatçılığı hayaliniz miydi? Yoksa okuduğunuz bölüm …
Röportaj: Eylül Giriftinoğlu, Dilara Yiğit
17 yılı aşkın süredir başarılı bir şekilde dublaj kariyerini sürdüren Fatih Er ile seslendirme sanatı ve meslek tecrübeleri üzerine keyifli bir sohbet ettik. Kendisine bu keyifli sohbetimiz için teşekkür ederiz.
Sohbetimizi podcast olarak dinlemek isterseniz, https://open.spotify.com/episode/0PvKjzicPVffhb4J0enEhr?si=83463a2fcc334aa3
Seslendirme sanatçısısınız ama İşletme Fakültesi lisans bölümü mezunusunuz. Seslendirme sanatçılığı hayaliniz miydi? Yoksa okuduğunuz bölüm hoşunuza gitmediği için seslendirmeye mi yöneldiniz?
Sanıyorum, bir yerlerde böyle bir istek ve arzu vardı ama adı konmuş ve bir hedef olarak tayin edilmiş değildi. Çünkü ben çocukken böyle bir meslek var, yapılabiliyor, şu şekilde başlanıyor gibi yol gösteren ya da ulaşılabilecek bir bilgi kaynağı yoktu. Dolayısıyla çevrende ne görüyorsan ona yöneliyordun. Ben her zaman sosyal ve konuşkandım. Bu işleri seviyordum. Okullardaki piyes ve temsillerde kendimce roller alıyordum. Önemli gün ve haftalarda şiirler okuyordum. Ama ben büyüyünce şu olacağım diye şekillenmemişti. Üniversiteye gelince, kimim, neyim, nasıl bir adamımı görünce artık anladım ki diplomamla ilgili şeyler değil daha farklı şeyler yapmak benim için doğru olacak. Ve sanırım Türkiye’deki birçok kişi diploması ile bir şeyler yapamıyor. Yarımızdan çoğumuz diploması dışında işe alanlarında faaliyet gösteriyor. Bunun sebebi kendini geç tanıma hikayesi ve bazı okullar kişileri doğrudan mesleğe yöneltmeyebiliyor. Dolayısıyla meslek seçimi her zaman üniversite seçimiyle aynı anda ve eş olmuyor. Benim de öyle oldu. İşletme Fakültesi’nden mezun oldum. Üniversite okurken bu işlere yönelip, eğitimler almaya başladım. Sonra birazcık kabiliyetimin olduğunu fark ettim ve kendime şans vermek istedim. Mezun olduktan sonra askere gitmek yerine tiyatroya yöneldim ve tiyatro beni dublaja yöneltti. Zaten bu alanlar birbiriyle hep dirsek teması olan birbiriyle iç içe kesişim kümeleri olan faaliyet alanları.
Tiyatrodan da koptunuz denilemez, ara ara oyunlarınız oluyor.
Güzel bir teklif geldiğinde, arkadaşlarım oyuncumuz eksik dediğinde süper kahraman pelerinimi giyip katılıyorum. Ama tiyatroyla hayat kazanmak, oyuncu olarak sahnede ya da ekran önünde olmak başka bir mücadele başka bir yolculuk. Ben onu biraz dener gibi oldum fakat şansım yeterince yaver gitmedi ya da ben yeterince zorlamadım, mikrofon karşısında sabit olmak daha konforlu geldi. Netice de tiyatro kısmı geri de kaldı ama yıllar içinde oynadığım yetişkin oyunları, çocuk oyunları, birkaç seferlik özel gösteriler ya da ramazan ayında geleneksel tiyatroya göz kırpalar var.
Hepimiz seslendirme ve dublajın aynı iş olduğunu sanıyoruz. Halbuki farklı yönleri var. Bize farkını anlatabilir misiniz?
Kavramlara çok büyük aydınlatmalar yapmak ne kadar gerekli, bilmiyorum ama ne nedir, ne değildir bunları bilmek lazım. Seslendirme aslında 70’lerde sinema terimlerini Türkçeleştirmek isteyen bir grup insanın öncülüğünde ortaya çıkardığı bir terim. Bundan önce hep dublaj kelimesi kullanılmış. Doğrusu da bence dublajdır. Türkçe de seslenmek diye bir fiil var. Seslendirme denilince, sessiz bir yapımı, görüntü kaydını sesli hale getirmektir. Bu sadece konuşmalardan, aktörlerin ağızlarından başka bir lisanda konuşma yapmak değildir. Bazen kapı çalma sesi bile seslendirme işinin bir parçasıdır. Yeşilçam sinemasında jenerik akarken bunlar, sesleri alan başlığıyla geçmiştir. Diğer iş ise dublaj olarak adlandırılmıştır. Sonradan dublaj ve seslendirme birbiriyle aynı anlamda kullanılmaya başlandı. Fakat doğrusu dublaj. Dublaj; bir film ya da bir diziyi o dilde izleyecek izleyiciler için yeniden konuşuyoruz. Seslendirme artık daha geniş bir kapsamda kullanılıyor. Kitap seslendirme gibi metine dayalı, görüntüyle alakası olmayan, ses oyunculuğu dışında kalan işler için kullanılıyor.
Karşındaki oyuncunun hareketleri tiyatroda senin de oynama yeteneğini çok fazla etkiliyor. Seslendirmede bu etki var mı?
Eskiden seslendirme herkesin bir arada kayıta girdiği, beraberce gerçekleştirdiği bir iş iken teknoloji ilerledikçe başrol ve uzun roller tek başına kayıt almaya başladı. Bunun sağladığı kolaylıklar ve dezavantajlar var. Tiyatro sahnesinde karşımızdaki kişiden enerji alıyoruz ve paslaşıyoruz ama dublajda tek başımızayız. Bu tıpkı bir çocuğun, hayalindeki oyuncukları kendince bir şeyler sanıp, onlarla oyun kurması gibi bir dünyada yaşıyoruz. Bu bir eksiklik ama olmazsa olmaz bir zaruret değil. Çünkü biz ekranda kimi konuşuyor isek zaten görüyor ve duyuyoruz. Benim ona sadık kalmam ve dikkatimi ayakta tutmam yeterli. Oyunculuk kabiliyetiniz ve mikrofon tecrübeniz var ise tek başınıza da olsa bu eksikliği hissettirmezsiniz.
Türkiye’de bu işte çok başarılısınız. Animasyon izlerken altyazılı değil dublajlı izliyoruz. Sizin de seslendirdiğiniz animasyonlar var. Peki dublaj yaparken en çok hoşlandığınız stil hangisidir?
Aslında dublaj büyük bir keyif. Oyunculuk yapmış kadar oluyorsunuz. Her ne kadar başkasının oyunculuğunu duble etseniz, oyuncuyu taklit edip ona sadık kalsanız da yine de kendi ses ve performansınızla bir şey icra ediyorsunuz, bunun keyfi hiçbir şeyde yok. Yerli yapım animasyonlar çoğaldı artık önce sesler kaydediliyor ardından çizimler oluşturuluyor. İşte burada sıfırdan bir karakter yapmış oluyorsunuz, bu da çok keyifli. Bu Türkiye’de yeni başlayan, önümüzde daha çok yollar olan bir kulvar. Sanırım bu en yaratıcı olandır. Belki de bu işe başlamamın sebebi; çocukluğumda gazete promosyonlarında verilen kasetleri dinleyip, canlandırmamdı. En büyük oyuncağım teyipti. Dolayısıyla siz bir metni adeta canlı bir hale getiriyorsanız, bu bir numara ama güzel bir iş yapıyor iseniz ücreti yüksek ise, orada da başka bir tatmin sağlarsınız. Bu işi seven biri için hepsi makbul ve keyiflidir.
Küçükken sesine hayran olduğun, tanışmak istediğin biri oldu mu? Tanışma fırsatı bulabildin mi?
Küçükken her çocuk gibi çizgi filmler benim içinde doyulmaz bir neşeydi. İzlerken aslında sadece görüntü ve renkleri seyretmiyor, duyuyoruz da. Duyunca hissediyoruz. Türkçe de duymak iki anlamda geçiyor. İşitmek ve hissetmek. Sessiz bir şeyi biz keyifli bir şekilde seyredemiyoruz, ses ile tamamlıyoruz. Radyo dinleyerek; hiç tanımadığınız, görmediğiniz bir insanı tanıyorsunuz. Zihninizde ona bir cisim ve sıfat çiziyorsunuz. Radyo tiyatrosu ve radyo da sesin büyüsünü daha fazla insan hissediyor.
Yetişkin ve çocuklara drama eğitimi veriyorsunuz. Bir eğitmen olarak öğrencilerinize öğrettiğiniz en önemli şey nedir?
Yetişkinler ve çocukları muhakkak ayırmamız gerekiyor. Çünkü algıları, konsantrasyonları, duyguları, düşünceleri farklı. Eğer enerjik bir insan iseniz; çocuklarla iletişiminiz, onları ikna etmeniz, kendinize bağlamanız daha kolay oluyor.
Yetişkinler de ise; onlara faydalı olma duygusu, şekillenmiş karakterlerine dokunabilmek, hayatlarındaki rutini kırmalarına vesile olacak bilgiler katabilmek gerçekten keyif veriyor. Asıl motivasyon, inandığınız bir şeyi insanlara aktardığınızda bu hakiki ve samimi oluyor.
Eğitim kısmında mütevazı davranıyorum çünkü günümüzde herkes artık her şeyi biliyor ve öğretiyor. İzler siliniyor. Kim gerçekten usta, kim üstat, kim ek gelir çabasında bunu ayırmak çok zor. Geçmişteki derslerime baktığımda o kadar da bilir kişi değilmişim, diyorum. Artık verirken daha seçiciyim. Güzel konuşma mesleğinde, mükemmeliyetçilik hastalığı çok baş gösteriyor. Oysa bizim mükemmeliyetçilikten uzaklaşmamız lazım. Özensiz olmayı kastetmiyorum sadece doğallıktan ödün vermemiz gerekiyor. Eğitimlerimde naçizane insanın başkalarını rahatsız etmeden kendini rahat hissetmesini, doğal olmasını, beden dilini rahatça kullanmasını hedefliyorum. Shakespare’ın meşhur tiradında, “Verdiğim parçayı ne olur dediğim gibi rahat özentisiz söyle. Başkaları gibi parlatacak isen giderim şehrin tellalına okuturum daha iyi” diyor. Bu tirat herkesin kulağında küpe olması gerekiyor diye düşünüyorum.
İzler siliniyor, kayboluyor dedin. Peki sendeki izler ne? Ustalarından öğrendiğin, sana bulaşan izler ve senin öğrencilere bıraktığın izler nedir?
Bir metni canlandırmak, seslendirmek zanaattır. Elbette sanat yönü vardır ama esasen bunlar zanaattır. Zanaatta okul vardır. Çıraklık, kalfalık, ustalık vardır. Günümüzde en büyük sıkıntımız ustalar çıraksız, çıraklar da ustasız. Dublaj mesleği; işin başında, ustalara kulak vererek, onları izleyerek öğrenilir yoksa yetişemezsiniz. İnsan oldum dediği kendini donduruyor. Ben meslek hayatımda 17 yılı geride bıraktım ama hala daha iyi nasıl yapabilirimi düşünüyorum. Zaten bence insanın bir mesleği seçmesi, ömür boyunca bıkmadan yapması ancak bu şekilde mümkün.
17 yılın sonunda mesleğinde yapmak istediğin bir hedefin kaldı mı?
Ömrümüz 200 yıl olsa ben yine hiç sıkılmadan dublaj yaparım. Bazı karakterleri sabahtan akşama kadar konuşabilirim. Bu yüzden hayalim ömrümün kalanında da sevdiğim işleri yapmaya devam etmek, tercih edilir, beğenilir olmak ve seyirci filmi seyrettiğinde filmin duygusuna kapılmasına vesile olmayı sürdürmektir. Hayallerimden biri okur değil de biraz daha konuşur olmak artık. Aklımdakileri, kendi içimden gelenleri insanlarla paylaşabilmek olabilir.
Birçok karaktere hayat verdiniz. Binden fazla seslendirme yaptınız neredeyse. Karakterlere nasıl giriyorsunuz? En sevdiğiniz karakter hangisidir?
8 yıla aşkındır Sevimli Kahramanlardaki Kara Ördeği seslendiriyorum. Bu benim için en keyifli karakterlerden biri çünkü acayip uçarı, patavatsız, korkusuz, cahil cesareti olan bir tip. Kara ördek karakteri adeta darbelere aldırmayan bir profil çiziyor. Seslendirmek çok yorucu, nefes nefese kalıyorsunuz, uzun tiratları konuşuyorsunuz, gülüşlerini yaparken diyaframınıza ağrılar giriyor. Bu benim için çok keyifli, iyi ki o rolü konuşmaya başlamışım. Buna benzer çılgın karakterleri seslendirmeyi çok seviyorum. İşimi yaparken cebimin deşarj olduğu gibi içimde deşarj oluyor, başka bir tatmin sağlıyorum.
Role hazırlanma sürecinde anahtar kelimeler gerekebiliyor. Rejiye karakterlerle ilgili sorular soruyorum ve o bilgilerle başlıyorum. Sesimi zorlayan, bittiğinde ayrıca yorulduğum işleri daha çok seviyorum.
17 yıldır bu mesleğin içerisindesin. Amatörlük zamanlarından hatırladığın, rezil olmuştum dediğin bir anın var mı?
Çok. Hatalarla, becerememelerle, dil sürçmesi ile, insanların içinde kızarmalarla insan pişiyor. Eğer siz bu işte kabiliyete sahip iseniz, meziyetiniz varsa bunun eziyeti de çekilmek durumunda. Zanaat için çok fazla mesai gerekiyor. Biz bugüne gelene kadar çok hatalar yaptık. Bir çok rolü belki vasat konuştuk, hakkını veremedik ama o yollardan geçmeseydik buralara gelemezdik. O yüzden bizi hoş gören bize tahammül eden, stüdyolardaki çalışanlara, yönetmenlere, seyircilerimize teşekkür ederim. Onların iltifatı, teveccühü ve tahammülüyle biz yetişmiş olduk.
Sanat alanında sürekli işsiz kalma dönemleri oluyor ya da depresyona giren sanatçılarda olabiliyor. Siz bu zor dönemlerinizi nasıl atlatıyorsunuz? Neye sığınıyorsunuz?
İnsanın kendini geliştirme azmi, sebatı onun en büyük motivasyonu oluyor. Zaten sesini iyi kullanmak iyi korumaktan geçtiği için, sağlığına ve kondisyonuna da dikkat etmen gerekiyor. Uykusuz isen dublajı dikkatli yapamıyorsun, sesin cılız çıkıyor. Kendini o noktada tutman gerekiyor. Bu durumun hiç kolay olmadığını biliyorum, geçinmek artık çok daha zor hal aldı. İnsanın sevdikleriyle bağları daimi, gerçek ve kuvvetli olursa hayata tutunma vesilesi oluyor. Sanırım sosyal yönümüz güç aldığımız bir dayanak. Günümüzde sosyalleşme telefon üzerinden gerçekleşiyor dolayısıyla bu hıza yetişemeyebiliriz. Bu yüzden sakin, temkinli biraz daha ihtiyatlı ve sabırlı olmamız gerekiyor.
Çok yetenekli ve çok çalışkan biri olduğunuz, geldiğiniz kariyer noktasından da belli oluyor. Bazı insanlar yetenekli doğuyorlar ama sektörde çok iyi yerlere gelemiyorlar. Senin için sektörde yetenek mi daha önemli? Çalışmak mı?
Bazıları gerçekten çok çalışıyor, disiplinli oluyor ve emsallerini geçiyor. Biri geliyor, sizi iki yılda yakalayabiliyor. Yeteneği boşa atamayız ama asıl belirleyici emek ve azimdir. Biz uzun yol koşucusuyuz. Hayatla ilgili yol tayin etmek, kariyer hedefleri belirlemek isteyen arkadaşlara şunu söylemek isterim. Sabırsızlık ve bir şeylere çabuk ulaşayım arzusu moralimizi düşürebiliyor. İnsan emek verdiği ölçüde kendini güzelleştiriyor. İnce detaylara hakim olduğunda gelişmiş oluyor.
Türkiye’de bu sektöre girmek isteyen insanlar var. Dublaj çok ünlü. Fakat sektörün içine nasıl gireceğini hiç kimse bilmiyor. Ben bile sizle tanışana kadar bilmiyordum. Dublaj yapmak isteyen, bu mesleği tercih etmek isteyen insanlara nasıl bir yol gösterirsiniz? Nasıl önerilerde bulunabilirsiniz?
Ne kadar erken o kadar iyi. Çünkü dublaj bir zanaat. Eğitim sistemimiz; herkesin muhakkak okula gelmesini, neredeyse bütün gününü okulda geçirmesi üzerine kurulmuş. 20 küsur yaşına kadar bu hikâyenin devam ettiği bir durumda insan bazen ambale olabiliyor. Dolayısıyla naçizane tavsiyem, mesleki yönelişe ayrıca odaklanalım ayrıca gayret gösterelim. Bu alanları, bu meslekleri, bu sahalara daha önceden yönelmiş olmak isterdim.
Keşke demiyorum ama daha erken keşfetmeyi isterdim.
Arkadaşlara tavsiyem; öncelikle ne kadar erken o kadar iyi. Sonrasında ustalardan, bu işi bilenlerden mutlaka ders alın. Ders illa kursa gitmek değil bazen biri ile sohbetiniz ders yerine geçebilir. Dolayısıyla alıcı olmak, daha dikkatli olmak ve hassas olmak insanın aslında gelişimini de perçinliyor. Diğer yapmak isteyeceğiniz işler için alt yapıda teşkil edebilir. Artık 6-7 yaşındaki çocuklar stüdyolarda anne babalarıyla dublaj yapıyorlar. O çocukların içinde büyüyüp ünlü olanlar oldu, dizi oyuncusu olanlar oldu, ya da hevesini alıp kendi hayatına dönenlerde oldu. Heveslerimizi, heyecanlarımızı dondurmayalım. Çünkü heves ve iştah olmadığında hayatın kıymeti ve lezzeti olmaz. Yani önümüzde ziyafet sofrası olsun, aç değilsem görmek bile istemem. Dolayısıyla bizim kaybetmememiz gereken en büyük şey yaşama iştahı, sevinci ve hevesi diye düşünüyorum. Arkadaşlara da ne yaparlarsa yapsınlar; hangi meslek, hangi meşgale hiç fark etmez. Ömür boyu yaşama iştahlarını korumalarını öneririm.