Yazı: Aleyna Tavlı Yaban, Yakup Kadri KaraosmanoğluYakup Kadri Karaosmanoğlu’na ait olan bu eser Türk milletinin kurtuluş mücadelesi yıllarında geçen savaştan Gazi olarak kurtulmuş Osman Celal karakterinin kendi yurdu olan İstanbul’a işgal sebepli dönemeyip askeri Mehmet Ali’nin teklifi üzerine onun köyüne gitmesiyle başlamaktadır. Osman Celal gittiği köyde giyim kuşam ve kültür düzeyi olarak mensubu olacağı toplumdan …
Yazı: Aleyna Tavlı
Yaban, Yakup Kadri Karaosmanoğlu
Yakup Kadri Karaosmanoğlu’na ait olan bu eser Türk milletinin kurtuluş mücadelesi yıllarında geçen savaştan Gazi olarak kurtulmuş Osman Celal karakterinin kendi yurdu olan İstanbul’a işgal sebepli dönemeyip askeri Mehmet Ali’nin teklifi üzerine onun köyüne gitmesiyle başlamaktadır. Osman Celal gittiği köyde giyim kuşam ve kültür düzeyi olarak mensubu olacağı toplumdan uzak düşmekte ve yalnızlık çekmektedir. Eğitimsizlik ve haberleşme eksikliğinden kaynaklanan köylüde uyanmamış milli bilinç onları sadece günlük yaşam sıkıntılarıyla sınırlamaktadır. İstanbul işgal altında ve savaş dışında kentli toplumlar da toplumsal bir mücadele içerisindeyken köylü halk olanlardan bihaber kendi kabuğunda yaşamaktadır. Hatta sonraları işgal köye kadar ulaştığında nüfuzlu köy yerlilerinin kendini kurtarmak adına düşmanla iş birliği içine girdiği ve köy halkının savaşa uyanışının bizzat işgali yaşayarak olduğu anlatılmaktadır.

Türk Kurtuluş Mücadelesi Döneminde Köy ve Kent Kavramları Sosyolojik Bağlamda Ele Alınmaktadır
Yenileşme hareketleriyle sosyolojinin gelişi yeni bir dönemin habercisi olmuştur. Sorunlu bir imparatorluğun ne tür toplumsal destekle ayakta kalabileceğinin tartışılması üstüne ortaya konan metinler bugün Türk sosyolojisinin manifesto düzeyindeki ilk metinleridir. İmparatorluk sosyolojisinden Cumhuriyet sosyolojisine geçerken Batı’dan alınan “ulus” sosyolojisinden feyz alınmaktadır. Toplum artık tarım toplumu değil endüstri toplumu anlamına gelmektedir. Köy, çoğunlukla tarımla uğraşan topluluğun resmi olmaktadır. Tarım toplumu olan köyler kendilerini besleyecek şekilde üretim yapmakta ve kendi topluluklarının oluşturduğu mini kültürle bağlı şekilde yaşamaya devam etmektedirler. Kaygıları köyün sınırlarını aşmayacak düzeyde olmaktadır. Herhangi bir büyüme arzuları veya engin hayalleri bulunmamaktadır. Yakup Kadri’nin köylüye bakışı küçümseyici bulunsa da nispi olarak aydın olan kendisiyle kıyaslandığında tabiri caizse romandaki köy halkı temel ihtiyaçları dışında ihtiyaç geliştirmemiş kapalı bir topluluk olmaktadır. Köy halkının hayal gücünün gelişmemiş olma sebebi de onların hayal gücünü ve bilgisini arttıracak eğitim ve kurumlaşmanın köyde yetersiz kalmasındandır. Köylü diye adlandırdığımız bu üretici topluluk tamamen kendi kaderlerine bırakılmaktadır. Kendi aralarında hiyerarşik bir yapılanma gerçekleştiren köy halkı geleneksel toplumlarda gördüğümüz dini bir hiyerarşiye dayanmaktadır. Allah korkusu Şeyhle bağdaştırılmakta ve köyün asayişini dini bir yükümlülükle Şeyh sağlamaktadır. Bu da tabii ki köyün kendi içinde bile gelişmesine engel olan yozlaşmış bir engeli oluşturmaktadır. Köyde yaşamın durgunluğu sosyalliği sadece ticari ilişkilerle sınırlandırmaktadır. Köy halkı sadece hayvani içgüdüyle yapılan eylemlerini karşılamakta ve gelecek kuşaklar da aynı bu şekilde yetiştirilmektedir. Endüstri toplumunun illüzyonuna kapılan kentli aydın bu sırada köyü yani aslında temel ihtiyaçlarının karşılandığı topluluğu göz ardı etmektedir. Gördüğümüz üzere köylü ve kentli arasında bir ironi göze çarpmaktadır. Kendi temel besinini nasıl karşılayacağını düşünmezken köylü de insani yanları üzerinde kafa yormayı bırakmaktadır. Burada söyleyebileceğim köylüyü ya da kentliyi suçlayıp taraf tutmak asla söz konusu olmamaktadır. Köylü ve kentli belli illüzyonlarda konforu yakalamış ve gözleri, aklı kapalı olarak yaşamaya devam etmektedir. Toplumda bir kopukluk ve yozlaşma görüldüğünde buradaki sorun bireyin kendi yozlaşması ve kendi gibilerle ortaklık kurması olmaktadır. Düşünmemek ve göz ardı etmek insanoğlunun en kolay başvurduğu yer olmaktadır. Milli mücadele gibi topyekün savaş halindeki bir dönemde toplum sorunlarıyla ilgilenmek önceliği çok gerilere düşmektedir. Kendi halinde ötekileşen ve içlerine gelen “aydın” birini de ötekileştiren milli bilinçten yoksun köy halkı bencil, çıkarcı yaklaşımı sonucunda birlik olamamanın sonuçlarını acı bir şekilde yaşamaktadır. Bir toplumun sağlıklı bir şekilde bir arada kalabilmesi için dayanışma ve birlik bilincine sahip olması gerekmektedir.

Şu anda ve eskiden birçok toplumda kurumlar bu vazifeleri öğretmeyi kendilerine görev edinmektedirler. İnsanlar insanlıklarını unuttuklarından toplumda beraber yaşayabilmek için bazı kurumlara ihtiyaç duyulmaktadır. Zamanın ilerlemesi ve toplumların gelişmesi ile bu kurumlar daha demokratik ve hümanist yapılara bürünmektedirler. Bu kurumlar düzeni sağlamak için hükümetler tarafından baskı aygıtı olarak da kullanılmaktadır. İnsanın insanlığını unuttuğu yerlerde bu kurumlar ortaya çıkmakta ve düzeni sağlamaktadır.
Romanda gördüğümüz üzere Şeyh ve jandarma haricinde düzen sağlayıcı aygıt bulunmamaktadır. Sanayileşme için öncelikle hammadde bulundurulması gerekliliği göz ardı edilerek hayalci bir yaklaşımla hızlı bir değişim yaşamak isteyen Türk aydını köyü ve köylüyü kendi haline bırakarak kendi engelini kendi inşa etmektedir. Savaş dönemi yoğunluğu ve dikkatin dağılması en büyük köy-kent kopukluğu sebebini oluşturmaktadır. Köy ve kent birbirinden ayrılamayacak bir bütünün iki parçasıdır. Kent olmazsa köy sadece temel ihtiyaçlar arasında aydınlanmadan insanlığını unutacaktır; köy olmazsa kentli aydın karnını doyuramayacaktır. İki toplum her zaman iş birliği içinde olursa kalkınma gerçekleşebilecek ortamı bulacaktır.