Röportaj: Dilara YiğitPaul Dwyer, ile müzik üzerine keyifli bir sohbet gerçekleştirdik. Kendisine bu keyifli sohbetimiz için teşekkürlerimizi iletiyoruz. 1. 1990’larda Andy Clayburn ile ‘’EndiPol’’ adlı müzik grubunu kurdunuz. Daha sonra Partners in Crime ve The Feeling of Life adında iki albüm yayınlayarak Avrupa’da büyük başarılar elde ettiniz. Bu başarının kariyerinizdeki yeri nedir?- 1990 ve 1994 …
Röportaj: Dilara Yiğit
Paul Dwyer, ile müzik üzerine keyifli bir sohbet gerçekleştirdik. Kendisine bu keyifli sohbetimiz için teşekkürlerimizi iletiyoruz.
1. 1990’larda Andy Clayburn ile ‘’EndiPol’’ adlı müzik grubunu kurdunuz. Daha sonra Partners in Crime ve The Feeling of Life adında iki albüm yayınlayarak Avrupa’da büyük başarılar elde ettiniz. Bu başarının kariyerinizdeki yeri nedir?
– 1990 ve 1994 arasında Sony Music ile anlaşmamız vardı. Profesyonel stüdyo kayıtları, konserler, TV, Radyo ve konser promosyonları turneler bize çok büyük bir tecrübe kazandırdı. Avrupa’da çeşitli konserler ve festivallerde yer almak bizim için çok keyifli ve müthiş bir deneyimdi.

2. Dört yıl boyunca ‘’Müzik ve Yol’’ programının sunuculuğunu yaptınız. Bir müzisyen olarak ekran karşısında bulunmak size ne gibi deneyimler kazandırdı?
– “Müzik ve Yol” programı benim için büyük bir fırsattı. En başta Türkçemi çok genişletti. Yöreden yöreye gezerken şivelerin bu kadar farklı olması beni oldukça zorladı. Ayrıca 75 ili görmek ve 120 tane belgesel yaptıktan sonra Anadolu’nun zengin, müzik ve kültürü bana inanılmaz tecrübe kazandırdı. Yüzlerce farklı değerli insanlar, ozanlar ve müzisyenler ile tanışma ve müzik yapma fırsatım oldu. Kazandığım tecrübe ve dinlediğim türküler bana yeni bir yol açtı. Şimdi birçok halk müziği albümleri ve videoları sosyal medya hesaplarımızda bulunuyor.

3. İskoç asıllı bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldiniz. Hayatınızın büyük bir kısmı İngiltere’de geçti. Kariyeriniz boyunca farklı şehirlerde de çalıştınız. Tüm bunlara rağmen tercihiniz neden İstanbul’dan yana oldu?
– 1988 senesinde Andy le beraber sahne için geldiğimizde sadece 3 ay kalmayı planlamıştık. Belki biliyorsunuzdur, hem eşim ile tanıştım, bu büyük bir sebeptir. Hem de Anadolu’nun müzikleri, ritim ve kültüründen çok etkilenmiştik. O dönemde bizde kendi parçalarımızı kayıt yapmak için bir stüdyo arıyorduk. İstanbul’da daha uyguna bulduk ve parçalarımızı yaparken Türk müzisyen dostlarımız ile çalışmaya başladık. İki farklı müzik kültürünü bir araya getirdiğimiz için bizim için çok heyecan vericiydi.

4. ‘’Ya İstiklal Ya Ölüm’’ adlı mini televizyon dizisinde Amiral Sir John Michael de Robeck karakterini canlandırdınız. Bu yapımda yer aldıktan sonra oyunculuğa karşı nasıl bir tutumunuz oldu? Sizi tekrar beyaz perdede görebilecek miyiz?
– Oyunculuk ta okul zamanımdan beri bana büyük bir heyecan veriyordu. Üniversitedeyken hem Opera hem de oyunculuk eğitim alıyordum. Türkiye’de bir kaç farklı film ve dizilerde de rol aldım fakat en keyifli “Amiral Sir John de Robeck” oynadığım roldür. O dizinin çekimleri tam biter bitmez Pandemi başladı. Önemli sahnelerde rol almak benim için heyecanlı geçti. Umarım yakınlarda tekrar başka güzel bir projede görüşürüz.

5. Daha önce vermiş olduğunuz bir röportajda Türk müziğini yabancı sahnelere taşıdığınızı belirtmişsiniz. Dış ülkelerde gerçekleştirdiğiniz konserlerde yabancı dinleyicilerden ne gibi dönüşler alıyorsunuz?
– Genelde yurtdışındaki konserlerimiz, bir Türk topluluğu veya dernek tarafından organize edildiği için, konserlerimize katılan çoğu seyirciler oradaki yaşayan Türk dostlarımızdır. Tabi ki, Avrupalı vatandaşlar büyük merakla seyretmeye geliyorlar. Türk dostlar, kültürü özledikleri için çaldığım türkülerin hepsine baştan sona duygusal şekilde eşlik ederken, yabancı izleyenler de Türk Halk Müziğinin batı tarzında yapmış olduğum düzenlemeleriyle, Türk müziğiyle tanışmış oluyorlar. Farklı ülkeler bizi her sene tekrar davet ediyor ve büyük bir sevinçle bizi karşılıyorlar sağ olsunlar.


6. Batı müziği kültüründe yetişmiş ve bir süre bu müziği icra etmişsiniz. Şu anda çalışmalarınız daha çok Geleneksel Türk Müziği’ne yönelmiş durumda. Kendi kültürünüz açısından Türk müziğini nasıl değerlendiriyorsunuz?
– Batı müziğinde olduğu gibi, Türk müziğinin de çok farklı formatları mevcut. Yüzyıllara dayanan müzik kültür ve tarihi bize klâsik, saray ve en sevdiğim olan halk müziğini sunmuştur. Geleneksel Türk müziğinin çoğu tek sesli tarzda yazıldığından, armoni konusunda daha batılı bir yaklaşımla kendi çok sesli düzenlemelerimi uygulamaktan büyük zevk alıyorum ve insanların kulaklarına farklı geliyor. Müzik platformlarımı sosyal medyada yarım milyondan fazla kişinin takip etmesinden de çok mutlu ve onurluyum.

Sanırım bir şeyleri doğru yapıyor olmalıyım. 🙂

7. Türkiye’de Zülfü Livaneli, Barış Manço, Mustafa Sandal, MFÖ ve Kubat gibi pek çok sanatçıyla çalıştınız. Böylesine değerli isimlerle çalışmak müziğe olan bakışınızda ne gibi etkiler yarattı?
– Farklı sanatçılar ve müzik tarzlarıyla çalışmanın aranjör ve yapımcı olarak eğitiminizin önemli bir parçası olduğuna yürekten inanıyorum. Ayrıca bunun içinde bulunduğunuz iş ne olursa olsun geçerli olduğuna inanıyorum ve şahsen benim için bu deneyim, kendi müzikal bakış açımı geliştirmemde bana çok yardımcı oldu.


8. Müzik eğitiminizi Royal Northern College of Music’te klasik gitar bölümünde tamamladınız. Pek çok farklı enstrüman içinde tercihiniz neden gitardan yana oldu? Gitar dışında ilgilendiğiniz enstrümanlar var mı?
– Gitarla çok küçükken, arkadaşlarıyla birlikte amatör olarak çalan babam sayesinde tanıştım. 12 yaşında elektro gitar çalmaya başlasam da 13. yaşımda klasik gitarla tanıştım. Oradan sonra da asla arkama bakmadım. Ancak üniversite hayatım boyunca piyano ve opera derslerinin yanı sıra perküsyon ve davul çalmayı da çok sevdim. 90’lı yılların başında Zülfü Livaneli ile birkaç albümde çalıştıktan sonra kısa saplı bağlama almaya karar verdim ve Ümit Yılmaz’dan derslere başladım.

9. Zaman zaman bazı parçaları oğlunuzla beraber seslendiriyorsunuz. Şarkı seçimlerinizde bunun etkisi oluyor mu? Oğlunuzla aynı sahneyi paylaşmak sizin için ne ifade ediyor?
– Genelde şarkıları birlikte seçmeye çalışıyoruz, ancak Eren Joseph yabancı şarkılar söylemeyi tercih ediyor. Çocukken babamla şarkılara eşlik ettiğimi hatırlıyorum. Sanırım o zaman onun nasıl hissettiğini gerçekten anlayamadım. Birlikte sahnede hiç çalmamış olmamıza rağmen, şimdi ona vermiş olduğu zevki anlamaya başlıyorum. Benim için sadece onlarca seyircinin olduğu konserlerde çalmak değil, aynı zamanda oğlumla birlikte sahnede veya televizyonda milyonlarca seyirci önüne çıkmak bana büyük gurur veriyor. Onun adına da son derece mutluyum çünkü bu tür bir deneyim, kendine olan güveni için çok iyi.

10. Geçtiğimiz yıl ‘’Kahramanlık Türküleri’’ adlı albümünüzü müzikseverlerle buluşturdunuz. Albümde İzmir Marşı, Hey On Beşli, Ankara’nın Taşına Bak gibi pek çok türküyü yeniden seslendirdiniz. Önümüzdeki süreçte de benzer çalışmalarınız olacak mı? Bizlere yürütmekte olduğunuz çalışmalardan bahseder misiniz?
– Tabi ki, şu anda Youtube, Spotify, Apple Music gibi bir çok platformlarda bir sürü türkü albümlerim ve videolarım var. Haftalık olarak Youtube’de ürettiğim içeriklerin yanı sıra, Spotify, Apple Music vs platformlarda da; “Kar Var, Duman Yok”, “Paul ve Dostları”, “Kahramanlık Türküleri”, “Ethnic Vibes”, “Acoustic Rock”, “Anadolu”, “ Sevdaya Türküler”, “Pictures From Heaven” gibi albümlerim bulunuyor. Çalışmalarıma devam ediyorum. Önce Youtube ve Instagram’da sonrasında Spotify, Apple vs gibi platformlardan haberdar olabilirsiniz.