Yazı: Berkan Erdemir Distopya, Absürdizm, Drama ve Bol Bol Gerilim1973 yılında Atina'da dünyaya gelen Lanthimos, Hellenic Sinema ve Televizyon Okulu Stavrakos'ta film ve televizyon yönetmenliği okumuştur. 90'lı yıllar boyunca çeşitli dans, tiyatro, müzik videoları yönetmiştir İlk uzun metrajlı filmini 2001 yılında My Best Friend olmuştur. Benim değinmek istediğim filmleri kafamıza taş atıp, film bittikten sonra bile etkisini üstünden atamadığımız …
Yazı: Berkan Erdemir
Distopya, Absürdizm, Drama ve Bol Bol Gerilim
1973 yılında Atina’da dünyaya gelen Lanthimos, Hellenic Sinema ve Televizyon Okulu Stavrakos’ta film ve televizyon yönetmenliği okumuştur. 90’lı yıllar boyunca çeşitli dans, tiyatro, müzik videoları yönetmiştir
İlk uzun metrajlı filmini 2001 yılında My Best Friend olmuştur. Benim değinmek istediğim filmleri kafamıza taş atıp, film bittikten sonra bile etkisini üstünden atamadığımız hatta yer yer aklımıza gelip bizi tekrar düşünmeye zorlayan filmleridir.
Dogtooth (2009)
Konusu: Lanthimos’un dördüncü uzun metrajlı filmi olan Dogtooth, Yunan bir çiftin, çocuklarını dış dünyadan tamamen bağımsız ve tüm gerçekliklerin manüpile edilmiş bir şekilde öğreterek büyütmesiyle çocukların hayata olan bakış açılarını ve olaylara olan tepkilerini bize aktarır. Dış dünyayla temas etmeleri için gerekli olan tek şart “köpek dişlerinin” düşmesidir.
Bütün bir dünyanın problemi olan, sorgulamadan öğrenmek konusunu tek bir aileye indirip, bu kadar başarılı bir şekilde eleştirmesi Yorgos Lanthimos’u en sevdiğim yönetmenlerden biri yapmaya yeterlidir. Çocukların hayatını Mağara Alegorisi gibidir. Dış dünyadan tamamen farklı bir gerçeklik kurulan evde, sorgulamayı öğrenmeden büyüyen çocukların bizim için garip olabilecek davranışlara alışıp öyle yaşamaya devam etmesini anlayabiliriz.
Bu küçük evi bir ülkeye yayarsak önümüzdeki nesillerin nasıl manipüle edilip çarptırılarak yetişebileceğini bile görebiliriz.

The Lobster (2015)
“Bir şey hissetmediğiniz halde hissediyor gibi yapmak mı zordur yoksa bir şey hissettiğiniz halde hissetmiyor gibi yapmak mı?”
Konusu: Distopik bir gelecekte, bekar kalan insanlar 45 gün içerisinde kendilerine romantik bir partner bulabilmeleri için bir otele yerleştirilirler. Verilen süre içerisinde partner bulamayan insanlar, istedikleri bir hayvana dönüştürülür.
Tüm bu oluşumun arasında yalnız-gezenler isimli bir grup var. Devlet tarafından koyulan partnerlik kurallarına aykırı kurulmuş ve yalnız yaşayan insanlar. Sistemin hayvana dönüştürdüğü yalnız insanların bulunduğu ormanda yaşayıp, var olan düzene karşı geliyorlar. Bu insanların arasında da partnerli olmak yasaklanıyor. Keskin mizah anlayışı ve gerilimle harmanlanan bu film kesinlikle bir başyapıt.

The Killing of a Sacred Deer (2017)
Konusu: Eşi Anna ve çocuklarıyla beraber mutlu bir hayatı olan cerrah Steven’ın, babasını kaybeden genç Martin’i hayatına sokmasıyla yaşanan olayları konu ediniyor.
Bol bol haneke esintisi gördüğüm, izlerken beni en çok etkileyen Lanthimos filmi olmayı başan film. Dışardan mükemmel ve kusursuz gözüken ailenin hayatının içine girdikçe ne kadar sapkınlaşıp ne kadar yapmacık olduğunu görüyoruz. Her şey Martin’in aileye dahil olması ve içeriye girmesiyle daha da garipleşiyor Martin’in aileye uyguladığı fiziksel ve psikolojik şiddet ve bunu takip eden sekanslar filmin gözümde Haneke’nin Funny Games’i kadar gerici olmasını sağlıyor. Aşırı gerçek başlayıp git gide absürde evrilen film, içine girilmesi zor ve bir o kadar da karanlık olmayı başarıyor
