yazı: Melisa Güller “Veronika Ölmek İstiyor” Neyi Anlatıyor?Paulo Coelho’nun “Simyacı” kadar bilinmeyen ama onun kadar iyi olduğunu düşündüğüm bu eserinde genç, güzel, ortalama gelirli, “normal” bir insan Veronika’nın ölmeye karar vermesiyle başlıyor her şey. Veronika’nın bu isteğinin arkasında spesifik bir neden yok, okunulduğu üzere. Veronika, hayatından daha doğrusu genel olarak hayattan ve dünyanın durumundan memnun …
yazı: Melisa Güller
“Veronika Ölmek İstiyor” Neyi Anlatıyor?
Paulo Coelho’nun “Simyacı” kadar bilinmeyen ama onun kadar iyi olduğunu düşündüğüm bu eserinde genç, güzel, ortalama gelirli, “normal” bir insan Veronika’nın ölmeye karar vermesiyle başlıyor her şey. Veronika’nın bu isteğinin arkasında spesifik bir neden yok, okunulduğu üzere. Veronika, hayatından daha doğrusu genel olarak hayattan ve dünyanın durumundan memnun değil, bir de 24 yaşında genç bir kadın olarak yaşlılıktan ve yaşlılığın getireceklerinden korkuyor ve bir ton hap içerek ölümü bekliyor. Veronika, ölmeyi başaramıyor; intihar teşebbüsünden sonra bir akıl hastanesine kabul ediliyor. Asıl olay da burada başlıyor. Veronika’nın intihar teşebbüsü hemen sonuç vermese de kalıcı hasara sebep olduğu için, Veronika’nın yaşamak için sadece birkaç günü kaldığı söyleniyor.
Yaşamak İçin Güzel Bir Gün
“Bugün son gününüz olsa ne yapardınız?” sorusunu duymuşluğunuz vardır. İnsan, hayatının sonlanacağını bildiğinde, cesurlaşıyor. Hep yapmak istediği ama yapamadığı, söylemek istediği ama söyleyemediği şeyler aklına geliyor. Çoğu insan yarın öleceğini bilse, bugünü çok daha farklı yaşardı; tıpkı Veronika’nın sınırlı sayıda günü kaldığını öğrendiğinde korkusuzlaşıp, daha önce keşfetmeye izin vermediği yönlerini keşfetmeye başlaması gibi; ‘nefret’ ve ‘sevgi’ gibi daha önce hissetmeye izin vermediği hislerini özgürce, diğerleri ne der diye endişelenmeden yaşaması gibi.
“Günlerden bir gün, hayatın zaten bunlardan başka bir şey olmadığını, tasalanmanın gereksiz olduğunu, hiçbir şeyin değişmeyeceğini anlayacağım. ve kabulleneceğim.”
Veronika, kendi anlatımıyla bir akıl hastanesinde olmanın verdiği rahatlıkla ve zaten öleceğini bilmenin getirdiği tuhaf huzurla sıradan hayatını, renklendiriyor. ‘Zaten öleceğini bilmenin getirdiği huzur’, aslında hepimizde olması gereken bir şeymiş gibi hissediyor insan; nasıl olsa bir gün hepimiz öleceğiz, ama bu ‘bir gün’ hangi gün bilemediğimiz için, genelde uzak bir gelecek olarak hayal ediyoruz. Ölüm gününü uzak bir gelecekte hayal ettiğimiz için de yapmak istediklerimiz konusunda aceleye gerek duymuyoruz. Bu, iyi bir şey mi bundan emin olmak mümkün değil, çünkü hepimizin öleceği gün çok uzakta olmayabilir. O zaman her günü son günmüş gibi yaşamak gerek, tabii bu da çok gerçekçi gelmeyebilir, ama neden gerçekçi olmasın ki? Neden hayat ev-iş-okul-ara sıra yapılan bir aktiviteden ibaret olmak zorunda? Bu düzeni kim kurdu ve herkes neden bu düzene uymak zorunda? Bu düzene uymak istemeyenlere neden ‘fazla hayalci’ hatta bazen ‘deli’ gözüyle bakılıyor? Hayalperest olmak, ya da ‘deli’ olmak kaçınılması gerekilen bir şey mi?
“Deli olmak ne demek bilmiyorum.”
Veronika gerçek anlamda özgürken, bu akıl hastanesinin dışındayken, yaşamaktan korktuğu için yapamadıklarını; dört duvar arasındayken yapma fırsatı yakalıyor. İronik bir şekilde, asıl özgürlüğüne kavuştuğu zaman dışarıda olduğu zaman değil, yemek yeme, uyuma saatinin belirli olduğu, yürüyebildiği yerlerin sınırlı olduğu bu dört duvar.